Ana Sayfa » Yolculamak » Pazartesi Öyküleri - II : 05
bisküvi satan kadınlar, sonra açılır kapanır iskemleler, akordeonlar ve ellerinde sadaka kutularıyla akşamları dönen kör toplulukları. Ben pasajda otururken, bu körlerden biri evlenmişti. Onuruna, bütün gece görkemli bir klarnet, flüt, akordeon ve laterna konseri dinlemiştik. Konserde, değişik ezgileriyle bütün Paris köprülerinin geçit yaptığı görülüyordu. Genellikle pasaj oldukça sessizdi. Bu sokak sürtükleri, ancak akşam karanlığında, pek yorgun dönüyorlardı! Yalnızca cumartesileri, Arthur haftalığını alınca, curcuna başlıyordu.
Arthur benim komşumdu. Bizim odayla, onun karısıyla birlikte oturduğu pansiyon arasında, üstüne tel gerilmiş alçak bir duvardan başka bir şey yoktu. Bu nedenle, istemeye istemeye, yaşamının benimkine karıştığı oluyordu ve her cumartesi, bu işçi ailesinde oynanan o Paris'e özgü korkunç dramı, hiçbir ayrıntısını kaçırmadan, dinliyordum. Dram, hep aynı biçimde başlıyordu. Kadın, akşam yemeğini hazırlıyor; çocukları da çevresinde dönüyordu. Bir yandan onlarla tatlı tatlı konuşuyor, bir yandan da iş görüyordu. Saat yedi oluyor, sekiz oluyor. Gelen, giden yok… Zaman geçtikçe kadıncağızın sesi değişiyor, hıçkırıklı ve sinirli oluyordu. Karnı acıkan, uykusu gelen çocuklar mızmızlanmaya başlıyordu. Adam bir türlü görünmüyordu. Onsuz yemeğe oturuluyordu. Sonra, çocuklar yatıp da uykuya dalınca, kadın tahta balkona geliyordu. Onun alçak sesle hıçkıra hıçkıra:
- Ah edepsiz! Ah edepsiz! diye söylendiğini duyuyordum.
Evlerine dönen komşular, kendisini balkonda görüyorlar, durumuna acıyorlardı:
- Siz de gidip yatsanıza, Madam Arthur. Biliyorsunuz ki, bugün haftalığını almıştır, erken gelmez.
Sonra da öğütler, akıl öğretmeler:
- Sizin yerinizde olsaydım, bakın neler yapardım… Niçin patronuna yakınmıyorsunuz?
Bütün bu acımalar, onu bir kat daha ağlatıyordu. Fakat umudunda, beklemekte direniyor, sinirleniyor, kapılar kapanıp da pasaj sessizliğe gömülünce, kendisini yalnız sanarak, orada, dirsekleri balkona dayalı, bütün zihni değişmez bir düşünceye takılmış, yaşamlarının yarısı hep sokakta geçen halkın o sağa sola pek aldırış etmezliğiyle, kendi kendine yüksek sesle dert yanıyordu. Kira yine geç kalmıştı, alacaklılar, ekmekçi veresiyeyi kesmişti… Yine parasız dönerse, ne yapacaktı? Sonunda geç kalanların ayak seslerine kulak kabartmaktan, saatleri saymaktan bıkıp usanıyor, içeriye giriyordu. Fakat aradan epey zaman geçip de, ben artık her şeyin bittiğini sandığımda, yanı başımdaki balkonda birisinin öksürdüğünü duyuyordum. Zavallı kadın, merakından, yine eski yerine gelmiş, o daracık karanlık sokağa baka baka gözünün nurunu tüketiyor, ama kendi yoksulluğundan başka bir şey göremiyordu.
Saat bire, ikiye doğru, kimileyin daha geç, pasajın ucundan bir şarkı sesi geliyordu. Bu, evine dönen Arthur'du. Çoğunlukla yanına birini takmış, “Gelsene be yahu… gelsene be yahu!”larla arkadaşını kapıya kadar sürüklüyordu. Dahası, kapının önüne gelince de, evde kendisini ne beklediğini bildiği için, bir türlü içeriye giremiyor, bir aşağı, bir yukarı dolaşıyordu… Merdivenden çıkarken, uykuya dalan evin sessizliği içinde yankılanan kendi ayak sesi, onu vicdan azabı gibi sıkıyordu. Kendi kendine, yüksek sesle söyleniyor ve her kapının önünde durarak:
- İyi akşamlar Madam Weber… İyi akşamlar Madam Mathieu! diye söyleniyordu. Yanıt verilmezse, sövüp saymaya başlıyor; sonunda bütün kapılar, bütün pencereler açılıp tepesine ilençler yağıyordu. Zaten istediği şey de buydu. Sarhoş olunca, çekişmeler, kavgalar hoşuna gidiyordu. Hem sonra, böylece kızışıyor, tepesi atmış geliyor ve eve dönmek kendisini öyle korkutmuyordu.
Hele o dönüş, korkunçtu…
- Aç, ben geldim.
Kadının taşlıkta çıplak ayak seslerini, kibrit çakmalarını ve adamın içeriye girer girmez, hep aynı masalı kekelemeye başladığını duyuyordum. İşte, efendim, arkadaşlar kendisini götürmüş… Filanca, bilirsin ya… Demiryollarında çalışan filanca. Kadının dinlediği yoktu:
- Hani para?
Arthur'un sesi:
- Kalmadı, diyordu.
-Yalan söylüyorsun!..
Gerçekten de yalan söylüyordu. Dahası, meyhanede ağzı kızıştığı zaman bile, pazartesi çakıntısını önceden düşünerek, hep birkaç para saklardı. İşte kadın, haftalığın bu artığını elinden koparmaya çabalıyordu. Arthur çırpınıyor:
« 01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14 15 ... 36 »