Ana Sayfa » Yolculamak » Pazartesi Öyküleri - II : 09


PAZARTESİ ÖYKÜLERİ - II

ALPHONSE DAUDET

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 15


Alt kat localarından birine gizlenip, sanki iki ay süreyle yapıtımın çevresinde bu sahnenin bütün tozlarının dalgalandığını gören, bütün bu el kol devinimlerini, bütün bu sesleri, kapıların açılıp kapanmasından tutunuz da havagazının ayarına kadar en küçük bir sahne düzeni ayrıntısını düzenleyen ben değilmişim gibi, ilgisiz, soğukkanlı bir izleyici kalıbına girmeye çalışıyorum. Bu çok tuhaf oluyor. Dinlemek istiyorum, fakat dinleyemiyorum. Her şey beni sıkıyor, rahatsız ediyor. Loca kapılarının anahtarla çatır çatır açılması, taburelerin takırdaması, birbirini kışkırtan, birbirine yanıt veren öksürük fasılları, yelpaze ardından fısıldamalar, ipekli kumaşların hışırtısı; kısaca bana pek büyük gelen bir sürü ufak tefek gürültü. Sonra devinimlerdeki, tavırlardaki düşmanlık, pek hoşlanmış görünmeyen sırtlar, sıkılmışların yayılıp bütün dekoru kapatacak gibi olan dirsekleri.
Önümde, burundan takma gözlüklü bir delikanlı, ciddî ciddî not alıyor ve:
- Çocukça! diyor.
Yandaki locada yavaş sesle konuşuluyor:
- Biliyorsunuz ki yarın bu iş olacak.
- Yarın mı?
- Evet, kesinlikle yarın.
Yarının bu adamlar için pek önemli olduğu görülüyor. Oysa ben, yalnızca bugünü düşünüyorum!… Bu karışıklık içinde sözlerimden hiçbiri, hedefini bulamıyor, insanın içine işlemiyor. Oyuncuların sesleri yükselecek, salonu dolduracak yerde, rampaya gelip dayanıyor, ücretli alkışçıların aptalca şamatası arasında, cuppadak, suflörün deliğine düşüyor… Şu yukarıdaki adam da niçin kızıyor, bilmem ki! Doğrusu korkuyorum, artık gidiyorum.
Dışarıdayım. Yağmur yağıyor, ortalık zifiri karanlık, ama ben ayrımsamıyorum. Işıklı kafalarıyla localar, galeriler, daha gözlerimin önünde dönüyor. Ortada da sahne, devinimsiz bir nokta gibi parlak, ben uzaklaştıkça kararıyor. İstediğim kadar yürüyeyim, silkineyim, boşuna, hep onu, o lanetli sahneyi görüyorum ve ezbere bildiğim oyun, beynimin içinde acı acı oynamayı, sürüklenmeyi sürdürüyor. Sanki korkulu bir düşü yüklenmiş gidiyorum ve karabasana, bana çarpıp geçen insanları, sokağın çirkefini ve gürültüsünü katıyorum. Bulvarın dönemecind bir ıslık sesi duyunca duruyorum; elim ayağım titriyor. Hay koca budala! Orası atlı otobüs durağı… Yine yürüyorum. Yağmur bir kat daha yeğinleşiyor. Bana öyle geliyor ki, orada da, oyunun üstünde yağmur yağıyor, her şey bozuluyor, sırılsıklam oluyor ve utanan, paçavraya dönen kahramanlarım, havagazı ve suyla parıl parıl olmuş kaldırımlarda bata çıka ardım sıra geliyor.
Bu kötü düşünceleri kafamdan atmak için bir kahveye giriyorum. Bir şeyler okumaya çalışıyorum. Ama harfler birbirine giriyor, dans ediyor, uzuyor, kaynaşıyor. Artık sözcüklerin ne anlama geldiğini anlamaz oluyorum. Hepsi bana garip, anlamsız görünüyor. Bu durum, birkaç yıl önce, deniz üstünde, fırtınalı bir günde, bir kitap okuyuşum vardı, onu anımsatıyor. Su içinde kalmış başaltında, bir yana büzülmüş, elime de bir İngilizce dilbilgisi almıştım. İşte orada, dalgaların ve kırılan direklerin gürültüsü içinde, tehlikeyi düşünmemek, güverteye devrilip yayılan o yeşilimtırak su yığınlarını görmemek için, kendimi bütün bütüne İngilizce'deki “th” sesinin incelemesine vermeye çabalıyorum. Ama istediğim denli yüksek sesle okuyayım, sözcükleri yineleyeyim, bağıra bağıra söyleyeyim, denizin ulumaları ve fırtınanın serenlerin yukarısındaki keskin ıslıklarıyla dolup şişen kafama hiçbir şey girmiyordu.
Şu anda elimdeki gazete de, bana İngilizce dilbilgisi kitabım gibi anlaşılmaz geliyor. Ama yine, önüme serdiğim büyük sayfaya gözlerimi dike dike, kısa ve sıkışık satırlar arasında, yarınki makalelerin serpilip açıldığını ve dikenli çalılarla acı mürekkep dalgaları arasında zavallı adımın çırpınıp durduğunu görür gibi oluyorum…
Birdenbire havagazı kısılıyor; kahveyi kapıyorlar.
Ne de çabuk!
Acaba saat kaç?
…..Bulvarlar pek kalabalık. Tiyatrolardan halk boşanıyor. Sanırım oyunumu gören insanlarla karşılaşıyorum. Sormak, öğrenmek istiyorum ve aynı zamanda yüksek sesle söylenen görüşleri ve sokak ortası konuşmalarını işitmemek için, hızlı hızlı yoluma gidiyorum. Ah, şimdi evlerine dönen ve oyun yazmamış olan insanlar, nasıl da mutlu… Yine tiyatronun önündeyim. Her yanı kapalı, karanlık. Anlaşıldı, bu gece bir şeyler öğrenemeyeceğim. Ancak ıslak ilanlar ve henüz kapıda göz kırpan sıra sıra
«   01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   17   18   19   ...    36   »