Ana Sayfa » Yolculamak » Pazartesi Öyküleri - II : 10
fenerler karşısında içim ezilir gibi oluyor. Az önce, bütün şu bulvar köşesine gürültü ve ışık olarak yayıldığını gördüğüm bu büyük bina, yangından çıkmış gibi sessiz, karanlık, ıssız ve sırılsıklam…. Haydi, artık bitti. Altı aylık çalışma, düşlem, yorgunluk, umut, her şey yandı, bitti; bir gecenin havagazı alevinde uçup gitti.
PEYNİR ÇORBASI
Beşinci katta küçük bir oda, yağmurun dama açılan pencerelerin üzerine dikine yağdığı ve -şimdiki gibi gece olunca- damlarla birlikte karanlığın ve boranın içine karışmışa benzeyen o çatı aralarından biri. Ama yine pek iyi pek rahat. İçeri girilince, insana sert yelin gürültüsü ve oluklarda parıldayan yağmur sularıyla bir kat daha artan, ne olduğunu bilmediğim bir rahatlık ve açılma duygusu geliyor. İnsan kendisini büyük bir ağacın tepesinde sıcak bir yuvada sanıyor. Şimdilik yuva bomboş. Odanın sahibi içerde yok. Fakat neredeyse geleceği ve odada sanki her şeyin onu beklediği duyumsanıyor. Kül bağlamış güzel bir ateşin üstünde küçük bir tencere rahat rahat, hoşnut bir mırıltıyla kaynıyor. Doğrusu bir tencere için, zaman epey geç. Nitekim bu da, alev göre göre kararmış kenarlarına bakılınca işe alışkın olduğu anlaşılıyor, ama yine de ara sıra sabırsızlanıyor ve buğunun gücüyle kapağı kalkıyor. O zaman içinden iştah açıcı bir sıcaklık yükseliyor ve bütün odaya yayılıyor.
Ah o peynir çorbasının güzel kokusu!
Kimileyin de küllü ateş biraz canlanıyor. Kütüklerin arasındaki küller çöküyor ve küçük bir alev, denetliyor da her şeyin yerli yerinde olup olmadığını yokluyormuş gibi, odayı alttan aydınlatarak taban tahtaları üzerinde sekiyor. Evet, doğrusu, her şey yerli yerinde; efendi, ne zaman canı isterse, gelebilir. Pencerelerin Cezayir işi incecik perdeleri çekilmiş, aynı tüller karyolayı pek güzel çevrelemiş… İşte orada, ocağın yanında büyük bir koltuk uzanıyor. Bir köşede sofra kurulmuş, üstünde hemen yakılmaya hazır bir lamba, bir kişilik tabak, kaşık ve çatal, tabağın yanında da tek başına sofraya oturanların yoldaşı bir kitap… Nasıl tencere ateşten kararmışsa, tabakların çiçekleri de sudan sararmış, kitabın kıyıları buruşmuş, her şeye bir alışkanlığın biraz yorgun sevgisi sinmiş. Efendinin her gece eve pek geç döndüğü ve her dönüşünde için için pişen ve odayı misk gibi kokulu ve sıcak tutan böyle yalın ve hazır bir akşam yemeği bulmaktan hoşlandığı anlaşılıyor.
Ah o peynir çorbasının güzel kokusu!
Bu bekâr odasının düzenini görünce, sahibinin bir memur, bütün yaşamlarına tam vaktinde daireye gitmek alışkanlığıyla etiketli dosya düzeni sinmiş o titiz insanlardan biri olduğunu kestiriyorum. Böyle geç dönmesi için de, sanırım posta ya da telgrafta gece işinde çalışıyor olmalı. Onu buradan, bir parmaklığın arkasında, alpaka kollukları ve kadife takkesiyle, mektupları pullayarak, ayırarak, telgrafların mavi şeritlerini makaralarından çıkararak, uykuya ya da eğlenceye dalan Paris'e bütün ertesi günkü işleri hazırladığını görüyorum. Ama hayır, böyle değilmiş. Ocağın küçük alevi odayı yoklarken, duvara asılmış kocaman fotoğrafları aydınlatıyor. Karanlıktan hemen, yaldızlı çerçeveler içinde, görkemli harmanilere bürünmüş imparator Auguste, Muhammed, Roma şövalyesi ve Ermenistan valisi Félix, taçlar, miğferler, kefiyeler ortaya çıkıyor, bütün değişik başlıkların altında hep aynı ağırbaşlı ve dik baş, ev sahibinin, yesin diye bu misk kokulu çorbanın sıcak küller üstünde için için pişip kaynadığı o mutlu soylunun başı…
Ah o peynir çorbasının güzel kokusu!
Kuşkusuz değil; o, posta memuru filan değil. O bir imparator, bir dünya egemeni, haftanın her gecesinde Odéon'nun kubbesini çın çın çınlatan ve:
- Korumanlar, yakalayın şunu! deyince, onların hemen buyruğa uydukları, o Tanrı'nın sevgili kullarından biri. Şu anda, orada ırmağın öbür yakasındaki sarayında bulunuyor. Ayağında yüksek ökçeli çarık, sırtında harmani, sütunlar arasında dolaşıyor, şiirler okuyor, kaşlarını çatıyor ve trajedilerin söylevlerinde canı sıkılmış gibi harmanisine sarınıyor. Gerçekten boş sıralar önünde oynamak öyle üzücü ki! Hele trajedi gecelerinde Odéon salonu pek geniş, pek soğuk oluyor!.. Harmanisinin altında yarı donmuş imparator, birdenbire, bütün vücudunda sıcak bir soluğun dolaştığını duyumsuyor. Gözü parlıyor, burun delikleri açılıyor… Eve dönünce, odasını henüz sıcak, sofrayı kurulu, lambayı hazır ve bütün o küçük yuvasını, özel yaşamlarında sahnedeki biraz savruk durumlarının acısını çıkarmak isteyen
« 01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 ... 36 »