Ana Sayfa » Yolculamak » Pazartesi Öyküleri - II : 11
sanatçıların o kentsoylulara özgü titizliğiyle düzenli bulacağını düşünüyor. Tencerenin kapağını kaldırdığını ve çiçekli tabağına çorba doldurduğunu görür gibi oluyor.
Ah o peynir çorbasının güzel kokusu!
Artık o andan sonra büsbütün başka bir adam oluyor. Harmanisinin düzgün kıvrımlarında, mermer merdivenlerde, sütunların katılığında kendisini sıkan hiçbir şey kalmıyor. Canlanıyor, oyununa hız veriyor; olayı hızla sonuca götürüyor. Düşünün bir, ya ateş sönüverirse… Zaman geçtikçe, gözünde tüten şeyler biraz daha yakına geliyor ve kendisine öyle bir güç veriyor ki. Şaşılacak şey! Odéon'un havası ısınıyor. Orkestra koltuklarında uyuşukluktan kurtulan gedikli izleyiciler, bu Marancourt'un, özellikle son sahnelerde, gerçekten olağanüstü olduğunu görüyorlar. Pek doğru, oyunun sonunda, hainlerin hançerlendiği, prenseslerin evlendirildiği o kesin dakikalarda, imparatorun yüzü öyle garip bir erinç ve mutluluk içinde ki. O denli coşku ve tiratla karnı büsbütün acıkmış, kendisini odasında, küçücük sofrasına oturmuş sanıyor ve peynir çorbası tam kıvamında pişip de sıcak sıcak sofraya gelince, kaşığa takılan o güzelim beyaz iplikleri daha şimdiden görüyormuş gibi, bakışları tatlı bir gülümsemeyle Cinna'dan Maxime'e (3) gidip geliyor.
SON KİTAP
Merdivende biri bana:
- Öldü!.. dedi.
Aslında çoktan beri bu kötü haberi işiteceğimi duyumsuyordum; günün birinde bu kapıda böyle bir haberle karşılaşacağımı biliyordum. Ama yine de bu ölüm beni beklenmedik bir şeymiş gibi etkiledi. İçim burkulmuş, dudaklarım titreye titreye, bu alçakgönüllü yazar evine girdim. Çalışma odası en geniş yeri kaplıyordu. İnceleme ve araştırma, baskı kurarak evin bütün rahatını, bütün aydınlığını kendisine ayırmıştı.
Pek alçak, küçük bir karyola üzerine uzanmış yatıyordu. Kâğıtla dolu masası, sayfaların ortasında birdenbire kesilivermiş iri yazısı, henüz hokkanın içinde duran kalemi, ölümün nasıl ansızın geldiğini gösteriyordu. Karyolanın arkasında, karalamalar ve dağınık kâğıtlarla tıklım tıklım dolu meşe ağacından büyük bir dolap, hemen başının üstünde aralık duruyordu. Çevrede hep kitap, kitaptan başka bir şey yok. Her yerde, rafların üzerinde, iskemlelerin üzerinde, yazı masasının üzerinde kitap, karyolanın ayakucuna varıncaya dek, her köşede, yerde üst üste yığılı kitaplar. O, şurada masasına oturmuş, yazı yazarken bu tıkışıklık, bu tozsuz dağınıklık, bakışlara hoş gelebilirdi. Çünkü o zamanlar bu dağınıklıkta yaşam, çalışma neşesi vardı. Ama şimdi bu cenaze odasında, insanın içini burkuyordu. Yığın yığın çöken bu zavallı kitaplarda, kalkıp gitmeye, rastlantının, açık artırmalara, rıhtım boyundaki dükkân önlerine dağılmış, yelin ve amaçsız dolaşanların karıştırdığı o görkemli kitaplığında yitip gitmeye bir hazırlanış görülüyordu.
Onu yatağında öpmüş, o taş gibi soğuk ve ağır alnın dudaklarıma değmesiyle sarsılarak, ayakta kendisine bakıyordum. Birdenbire kapı açıldı. İçeriye yüklü, soluk soluğa bir kitapçı çırağı neşeyle girdi ve masanın üzerine, henüz basımevinden çıkmış bir paket kitap koydu.
- Bachelin gönderiyor! diye bağırdı; sonra karyolayı görünce, geriledi, kasketini çıkardı ve sessiz sedasız çekilip gitti.
Kitapçı Bachelin'in bu bir ay gecikmiş, hastanın sabırsızlıkla bekleyip de ancak ölüsünün eline geçen kitap paketinde ürkütücü bir alay vardı… Zavallı dost! Son kitabıydı, en çok güvendiği kitabı. Daha o zamanlar ateşten titremeye başlayan elleri, ne büyük bir titizlikle taslakları düzeltmişti! Basılan ilk kitabı görebilmek için nasıl da içi titremişti. Son günlerinde, artık söz söylemeye gücü kalmayınca, gözleri hep kapıya dikili kalıyordu. Basımevi işçileri, kalfaları, ciltçiler, bir kişinin yapıtına çalışan bütün o kalabalık, bu acı ve bekleyiş dolu bakışları görmüş olsaydı; zamanında, yani bir gün önce yetişmek ve can çekişene, taze kitap kokusunda ve harflerin temizliğinde, kafasının içinde dağıldığını ve karanlığa girdiğini duyumsadığı o düşünceye yeniden kavuşma sevincini vermek için, eller ivedi davranır, harfler çabucak sayfa, sayfalar da cilt olurdu.
Dahası, sapasağlamken de, bu, yazarın asla bıkmayacağı bir mutluluktur. Yapıtının ilk kopyasını açmak, onu artık, hep biraz belirsiz bulunduğu beynin o büyük kaynaşmasında değil de, kitapta, kabartma halinde görmek, ne hoş bir izlenimdir! Gençlikte bu, insanın gözlerini kamaştırır. Başına güneş vurmuş
« 01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 ... 36 »