Ana Sayfa » Yolculamak » Penguenler Adası - I : 36


PENGUENLER ADASI - I

ANATOLE FRANCE

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 105


ederken veya günlük işlerimi yaparken beni hiç bırakmadı. Virgilus'un Tanrı'yı görebilmekten yoksun olduğunu ve belki de cehennemliklerle aynı yazgısı paylaştığını düşündükçe neşem, rahatım kaçıyordu; öyle ki bazı günler ellerimi göğe kaldırıp yakarıyordum:
'Bana açık eyle, Tanrım, meleklerin gökyüzünde söylediği güzellikteki şarkıları yeryüzünde söyleyen adamın sonu ne oldu?'
Bu huzursuzluğum birkaç yıl sürdü, ta ki eski bir kitapta büyük havari Aziz Paul'ün Napoli'ye gittiğinde ozanlar prensinin mezarına uğrayıp onu kutsadığını okudum. O zaman, İmparator Trajan gibi Virgilus'un da cennete kabul edildiğine inanır oldum. Buna siz inanmayabilirsiniz, fakat bunu düşünmek beni mutlu ediyor.“
Bunu dedikten sonra, yaşlı Hilaire bana iyi geceler dileyip Jacinthe Kardeşle birlikte yanımdan uzaklaştı.
Yeniden sevgili ozanımın dizelerine döndüm. Elimde kitap, Eros'un kuytu ormanlarda kovalayıp gönül ağrısı çektirdiği insanları düşünürken yavaş yavaş yıldızların yansımaları önümdeki yaban güllerinin arasındaki çeşmenin sularına karıştı. Birden, ışıklar, kokular ve göklerin sessizliği yok oldu. Bulut ve yağmurla yüklü dev bir kasırga gürültüyle karşıma çıktı, beni kucaklayıp bir saman çöpü gibi havaya kaldırdı; birkaç gün ve geceye bedel bir gecede kırların, kentlerin, ırmakların ve dağların üzerinde dolaştırdı. Sonra, fırtına dindiğinde kendimi doğduğum yerden çok uzaklarda, selviler arasında bir vadide oturur buldum. O zaman, hırçın güzellikte bir kadın yanıma yaklaştı. Sol elini omzuma koyup sağ eliyle önümdeki sık yapraklı bir meşe ağacını gösterdi:
“Bak!” dedi bana.
O anda kutsal Averne Ormanı'nı koruyan Sibylle'i tanıdım ve parmağının gösterdiği ağacın dalları arasında, güzel Proserpine'in (8) çok sevdiği altın dalı gördüm.
Ayağa kalkıp haykırdım:
“Demek böyle, ey bilici bakire, ne istediğimi bildin. Bana, kimsenin sahip olmadıkça ölüler vadisine giremeyeceği büyülü dalı gösterdin. Şu gerçek ki yıllardır Virgilus'un ruhuyla konuşabilme isteğiyle yanıyordum.”
Bunu dedikten sonra ağacın gövdesinden kutsal dalı kopardım ve beni sonunda Styx ırmağına götürecek olan dumanlı yardan aşağı atladım. Proserpine'e adanmış altın dalı gören Charon beni gıcırdayan kayığına bindirdi; ölüler kıyısına vardığımda beni üç kafalı Cerbere köpeğinin havlayışları karşıladı. Ona bir taş atıyormuş gibi yapınca uğursuz yaratık yuvasına kaçtı. Bir yanımdaki sazların arasından tatlı gün ışığında, gözlerini açmakla kapamaları bir olan bebeklerin sesi geliyordu, öte yanda karanlık bir mağaranın dibinde Minos ölümlüleri sorguya çekiyordu. Aşka kurban gidenlerin sızlandığı mersin ağacı ormanına daldım; orada Phedre, Procris, üzgün Eriphyle, Evadne, Pasiphae, Laodamie ve Cenis'i, Fenikeli Didon'u görebiliyordum; sonra, savaşta ölen yiğitlere ayrılmış olan barutlu tarlalara girdim. Oradan iki yol ayrılıyordu: Soldaki dinsizlerin dinlendiği Tatar Çölü'ne, sağdaki Elysee bahçesiyle Tanrıça Dis'in köşküne gidiyordu. Altın dalı tanrıçanın kapısına astıktan sonra, kırmızı ışıkta yüzen sevimli bir düzlüğe geldim. Orada, düşünür ve ozanlar ciddi birer yüzle aralarında konuşuyorlardı. Çimenlerde esin perileri korolar oluşturmuştu. Yaşlı Homeros elinde kaba bir sazla şarkı söylüyordu. Gözleri kapalıydı, ama dudakları tanrısal ışıklarla kımıldıyordu. Orada Solon, Democritos ve Pythagore gençlerin oyunlarını seyrediyorlardı. Yaşlı bir defne ağacının dalları arasından Hesiode, Orphee, düşünceli Euripides ve erkeksi Sappho'yu gördüm. Geçip gittim, ötede serin bir dere kıyısında oturan ozan Horace, Varius, Gallus ve Lycoris'i görüp tanıdım. Biraz gerilerinde, koyu bir pırnal ağacının gövdesine yaslanmış, düşünceli gözlerle ormana bakan Virgilius duruyordu. Uzun ince boylu, hâlâ güneş yanığı teni ve sağlığında olduğu gibi dehasını saklayan kaba bir görünüşü vardı. Onu derin bir saygıyla selamladım, ama uzun süre dilim tutuldu.
Sonra, gırtlağımdan ses çıkabilecek duruma geldiğimde:
“Ey sen, esin perilerinin sevgilisi, Latin adının gururu Virgilius” diye haykırdım, “ben güzelliği seninle duydum; seninle tanrıların masasına ve tanrıçaların yatak odalarına konuk oldum. Değersiz bir hayranının övgülerini işit”
“Ayağa kalk, yabancı” dedi tanrısal ozan. “Bu sonsuz akşamda, gövdenin çayırda bıraktığı gölgeden, senin canlı biri olduğunu anlıyorum. Bu yerlere zamanından önce gelen ilk ölümlü sen değilsin. Gerçi,
«   01   ...    26   27   28   29   30   31   32   33   34   35   36   37   38   39   40   41   42   43   44   »