Ana Sayfa » Yolculamak » Top Oynayan Kedi Mağazası : 05
Her şeyi anlamak isteyen yabancı, bu küçük yere sanki göz dikmişti; sanki yandaki yemek odasının planını çıkarıyordu; bu oda, tavandaki camdan giren ışıkla aydınlanmıştı; aile toplanıp yemeğe oturduğunda, dükkân kapısının önünde geçecek en önemsiz bir olayı bile kolayca görebiliyordu. Evine karşı gösterilen bu yakın ilgi, ağır vergiler dönemini görüp geçirmiş olan tüccara kuşkulu gelmişti. Doğal olarak Mösyö Guillaume, bu kim olduğu belirsiz adamın Top Oynayan Kedi mağazasının kasasına göz diktiğini düşünüyordu.
Tezgâhtarların en yaşlısı, delikanlının gizli gizli üçüncü katın pencerelerini seyrettiğini görerek dışarı çıkan patronuyla yabancı arasındaki sessiz düelloya için için keyiflendikten sonra, Guillaume'un bulunduğu kaldırıma geçmek yürekliliğini gösterdi. Yolda bir iki adım yürüdü, başını kaldırdı, aceleyle çekilen Matmazel Augustine Guillaume'u fark eder gibi oldu. Birinci tezgâhtarın anlayışından memnun olmayan kumaşçı ona ters ters baktı, fakat o anda, bu kim olduğu bilinmeyen adamın orada bulunuşunun, tüccarın ve âşık tezgâhtarın içlerinde uyandırdığı korku kayboluverdi. Yabancı, yakındaki bir alana gitmekte olan bir arabayı çağırdı, yalancıktan olduğu besbelli bir kayıtsızlıkla bindi gitti. Bu gidiş, şakalarının kurbanını karşılarında bulmaktan bir hayli kaygılanan öteki tezgâhtarların içine bir rahatlık verdi. M. Guillaume onlara:
- Ne oluyor baylar, dedi: böyle kollarınızı kavuşturmuş, orada niye duruyorsunuz? Vallahi, ben eskiden Mösyö Chevrel'in yanındayken, iki top kumaşı çoktan elden geçirmiştim bile.
Bu işe bakan ikinci tezgâhtar lâfı yapıştırdı:
- Demek ki, o zaman gün daha erken doğuyormuş.
Yaşlı tüccar gülümsemekten kendisini alamadı. Louviers ve Sedan'ın zengin fabrika sahiplerinden olan babalarınca Guillaume'a emanet edilen bu üç gençten ikisi, kendi istedikleri anda yüz bin franka kavuşabileceklerdi; buna karşın Guillaume onları, tezgâhtarları, otuz yaşında zengin olmak isteyen zamanımızın şık ve çağdaş mağazalarında bugün artık uygulanmayan o eski anlamda baskıyla yönetmeyi görev bilirdi; onları köle gibi çalıştırırdı. Bu üç tezgâhtar da, bugün vur patlasın, çal oynasın yaşayışları bütçe giderlerini şişiren o işçilerden on tanesini hayli yoracak bir işin üstesinden pekiyi geliyorlardı. İnsana, kapılarının rezeleri her zaman yağlanmış gibi gelen bu koca yapının sessizliğini hiçbir gürültü bozamazdı. En küçük bir mobilyadaki titiz temizlik buradaki derli topluluğu anlatırdı. Tezgâhtarlardan en şeytanı, öğle yemeğinde kendilerine verilen ama el sürmedikleri gravyer peynirinin üstüne, sofraya ilk getirildiği tarihi yazar, bundan da bir hayli zevk alırdı. Bu ve buna benzer muziplikler, Guillaume'un iki kızından küçüğünü, hani şu, büyülenmiş gibi olan yolcuya biraz önce görünen kızı güldürürdü. Çıraklar, hatta en eskisi bile, çok fazla bir ücret verdikleri halde, hiçbiri, yemiş sofraya konduğu zaman patronun masasında kalacak kadar cesaret gösteremezdi. Madam Guillaume salatayı hazırlamaktan söz ettiğinde, ölçüyü şaşırmayan elinin nasıl bir eli sıkılıkla yağ koyacağını düşünen bu zavallı gençleri bir titreme alırdı. Birkaç gün önce, akılcı bir neden göstermeden dışarıda bir gece geçirmek gibi düzenli yaşamı bozacak bir şeye kalkışamazlardı. Tezgâhtarlardan ikisi, her pazar, sıra kimdeyse, Guillaume ailesiyle Saint-Leu'deki ayine ve ikindi duasına giderdi. Matmazel Virginie'yle Augustine, arkalarında hint alacasından gösterişsiz giysiler, tezgâhtarların kollarına girerler, annelerinin sert bakışları altında yürürlerdi; ailenin oluşturduğu bu alayın sonunda da maroken kaplı kocaman iki ayin kitabını taşıyan baba gelirdi; bu işe onu karısı alıştırmıştı. İkinci tezgâhtarın aylığı yoktu. On iki yıldır boşboğazlık etmeden, doğrulukla çalışarak dükkânın sırlarını öğrenen öteki tezgâhtara gelince, gördüğü işe karşılık sekiz yüz Frank alırdı. Kimi aile yortularında ona armağan olarak yalnızca Madam Guillaume'un kuru ve buruşuk eli değdiği için bir değer kazanan şeyler verirlerdi; ajurlu nakışlarını iyice ortaya çıkarsın diye içini pamukla doldurduğu, iplikten yapılmış keseler, takır takır kurutulmuş ipekten askılar, kaba ipekten çoraplar. Arada bir, o da çok seyrek, ev halkı kıra gittiği ya da Parislilerin artık çoktan unuttukları bir oyunu görmek için, aylarca bekleyip sonunda bir loca kiralamaya hak kazandığında, ailenin eğlencelerine bu “bakanlar bakanı” da katılırdı. Öteki üç tezgâhtara gelince, eski zamanlarda bir kumaşçıbaşıyı çıraklarından ayıran saygı perdesi onların arasında da tam anlamıyla vardı; bir top kumaş aşırmak bu görkemli protokolü bozmaktan daha kolaydı. Bugün bu kurallar bize gülünç görünebilir, ama bu eski kurumlar iyi gelenekleri ve doğruluğu öğreten yerlerdi. Mağaza sahipleri çıraklarını çocukları gibi tutarlardı. Delikanlının çamaşırını dükkân sahibinin eşi yıkar, temizler, onarır, kimi zaman da yerine yenisini koyardı.
« 01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14 15 ... 27 »