Ana Sayfa » Yolculamak » Top Oynayan Kedi Mağazası : 06
Bir tezgâhtar hastalanınca gerçekten bir anne sevecenliği görürdü. Durum tehlikeliyse patron birçok para harcayarak en ünlü doktorları getirirdi. Patron bu gençlerin ailelerine karşı, onların yalnızca ahlâklarından, bilgilerinden sorumlu olmakla kalmaz, içlerinde felakete uğramış, ama ahlâk bakımından değerli biri olursa, bu eski tüccarlar yetiştirdikleri zekâya değer vermesini bilirler ve uzun zaman mallarını mülklerini güvenle ellerine bıraktıkları kimseye kızlarının mutluluğunu da emanet etmekten çekinmezlerdi. Guillaume bu şimdi pek bulunmayan adamlardan biriydi; gülünç yönleri olmakla birlikte iyi yönleri de vardı; işte bunun için, birinci tezgâhtarı olan anasız babasız, parasız pulsuz Joseph Lebas'yi büyük kızı Virginie ile baş göz etmeyi aklından geçiriyordu. Ama Joseph, hiç de patronu gibi düşünmüyordu; bir imparatorluk bile bağışlasalar, küçüğü dururken büyüğünü almazdı. Zavallı tezgâhtar Matmazel Augustine'e, küçüğüne, gönlünü adamakıllı kaptırmıştı. Ellerden habersiz besleyip büyüttüğü bu aşkın nereden geldiğini anlatabilmek için, önce yaşlı kumaş tüccarının evinde egemen olan baskıcı yönetimin etkinlik alanına girmemiz gerekiyor.
Guillaume'un iki kızı vardı. Büyüğü, Matmazel Virginie, annesinin tam kopyasıydı. Mösyö Chevrel'in kızı olan Madam Guillaume, kasanın arkasındaki sandalyesinde dimdik otururdu; dahası, bundan ötürü, kendisi oraya çivilidir, değildir diye alaycı kimselerin bahse tutuştuklarını birçok kez işitmiştir. Kuru ve uzun yüzü aşırı dindarlığını açıkça gösterirdi. Yakışıksız ve hiç hoşa gitmeyecek bir biçimde giyinen Madam Guillaume'un altmışlık başında, her zaman dul bir kadının hotozuna benzeyen, püsküllerle süslü, biçimi hiç değişmeyen bir başlık vardır. Komşuları onun adını “kapıcı rahibe” koymuşlardı. Az konuşurdu, elini kolunu oynatırken telgraf makinesi gibi kesik ve titrek devinimler yapardı. Kedigözü gibi parlak gözleri, kendisi çirkin olduğundan, herkese sanki kinle bakardı. Küçük kardeşi gibi annesinin sert eğitimiyle büyüyen Matmazel Virginie'nin yaşı yirmi sekizi bulmuştu. Annesine benzeyişin bazen yüzüne verdiği çirkin görünüşü gençliği hafifletiyordu; ama annenin sertliği, onda başkasını aratmayacak iki büyük özellik yaratmıştı: yumuşak başlılık ve sabır… Matmazel Augustine ise on sekizine yeni basmıştı, ne anasına benzerdi, ne de babasına. Kendisiyle ana ve babası arasında yüz ve vücut bakımından hiçbir yakınlık olmadığı için, bazı saf kadınların, çocuğu Allah verir yolundaki sözüne insanı inandıracak kızlardandı. Augustine ufak tefek, onu daha iyi anlatabilmek için şöyle diyelim, minnacık bir kızdı. Alımlı ve temiz yürekli; kibarların dünyasında yaşayan bir erkek, bu sevimli kızda yalnızca kaba hareketler, ince olmayan tavırlar, kimi zaman da sıkılganlık gibi şeyleri kusur olarak görebilir. Sessiz ve hareketsiz yüzünde gelip geçici bir karaduygululuk (melankoli) okunurdu; analarının baskısına karşı koymayı göze alamayacak denli zayıf kızlarda görülen karaduygululuk. İki kız kardeşin giydikleri giysiler pek gösterişsizdi; bundan dolayı, şu parıl parıl yanan tezgâhlar, yaşlı uşağın üzerlerinde bir toz zerresi görmeye dayanamadığı raflar, çevrelerinde görülen bütün bu şeylerdeki geçmiş günleri anımsatan yalınlığa pek güzel uyan ve kendilerine pek yakışan bu aşırı derecedeki temizlikle, kadında doğuştan olan kendilerini beğendirme isteğini doyuramıyorlardı. Yaşayış biçimleri bakımından, mutluluklarını sağlayacak fırsatları sürekli çalışmakta aramak zorunda kalan Augustine ile Virginie, kızlarındaki ahlâk yetkinliğinden ötürü içinden kendi kendini kutlayan annelerini şimdiye kadar hep hoşnut etmişlerdi. Aldıkları eğitimin sonuçlarını düşünmek kolay. Ticaret için yetiştirilmişlerdi; yalnızca elisıkı çıkarlarına dokunan akıl yürütmeleri ve hesapları dinlemeye alışıktı onlar; dilbilgisi, defter tutma, biraz Yahudi tarihi ve Le Ragois'dan Fransız tarihinden başka bir şey öğrenmedikleri, annelerinin okumalarına izin verdiği yazılardan başkalarını okumadıkları için de kafaları pek gelişmemişti; ev yönetiminde pek bilgiliydiler; her şeyin ederinden pekiyi anlarlar, para biriktirmedeki zorluğun ne demek olduğunu bilirlerdi; tutumluydular, tüccarın iyi huylarına karşı büyük bir saygı gösterirlerdi. Babaları varlıklı olduğu halde, fistoda olduğu kadar kumaş onarımında da becerikliydiler; anneleri her zaman kızlarına yemek pişirmeyi öğrenmelerini söylerdi; böylelikle, örneğin bir akşam yemeği hazırlamasını öğrenecekler, gerekince de, işten anladıkları için aşçı kadını paylayabileceklerdi. Dünya zevklerinden haberleri yoktu; kendilerine örnek edindikleri büyüklerinin ömürlerinin nasıl geçtiğini gördüklerinden, annelerinin gözünde bir başka dünya olan bu eski baba ocağının sınırları dışında bulunan şeylere pek bakmazlardı. Bu dünyada gördükleri tek eğlence, aile yortuları nedeniyle düzenlenen toplantılardı. İkinci kattaki salonda, yeğeninden on beş yaş küçük, elmaslar takan, Chevrel ailesinden Madam Roguin, maliyede şef yardımcısı genç Rabourdin; zengin koku satıcısı César Birotteau ve eşi Madam César; Bourdonnais caddesinin en zengin ipekli tüccarı Mösyö Camusot ve onun kayınbabası Mösyö Cardot;
« 01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14 15 16 ... 27 »