Ana Sayfa » Yolculamak » Top Oynayan Kedi Mağazası : 07


TOP OYNAYAN KEDİ MAĞAZASI

HONORÉ DE BALZAC

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 5


iki üç yaşlı bankacı ve eli eteği temiz bayanlar toplanacağı zaman; kâğıtlara sarılı kristal eşya, şamdanlar, Saksonya işi porselen ve gümüş takımları kullanmak için gereken hazırlıklar, piskoposları tarafından kabul edilecek rahibeler gibi bir dakika bile hareketsiz duramayan bu üç kadının hep aynı olan yaşamlarına bir değişiklik getirirdi. Gece, üçü de kapkacağı kurulamaktan, ovmaktan yorgun bir halde yortunun bu süs eşyasını yerlerine koyarlar, sonra iki kız, annelerinin yatmasına yardım ederlerdi. Bu sırada Madam Guillaume onlara şöyle derdi: “Bugün hiçbir iş yapmadık yavrularım!” Bu tören toplantılarında, kapıcı rahibe kılıklı anne, iskambil ya da tavla oynasınlar diye onları kendi yatak odasına kapamaz, dans etmelerine izin verirdi; bu ayrıcalık hiç umulmadık mutluluklar arasında sayılır, karnaval zamanı babalarıyla baloya gidiyorlarmış gibi bir sevinç yaratırdı. Bu gösterişi sevmeyen yaşlı kumaşçı yılda bir kez şölen verirdi; ama hiçbir şeyi esirgemezdi. Çağrılılar gerçi zengin ve zarif kimselerdi, ama çağrıya gelmezlik de etmezlerdi; çünkü piyasanın en büyük mağazaları Mösyö Guillaume'un müthiş güvenilirliğinden, varsıllığından, eski deneyimlerinden yardım umardı. Gelgelelim bu herkesçe sayılan tüccarın kızları, çevrenin genç ruhlara sunduğu bilgilerden sandığımız kadar yararlanamazlardı. Bu tür toplantılarda, artık kullanım süresi dolmuş eşyalar defterine yazılan, sıradanlıkları insanı utandıracak mücevherler takarlardı. Dans edişlerinde dikkati çekecek hiçbir yön yoktu. Anneleri onları bir dakika gözünden ayırmadığı için de kavalyeleriyle “evet” ve “hayır”dan başka bir şey konuşamazlardı. Dahası var, Top Oynayan Kedi mağazasının yasası, saat on birde, yani eğlence tam kızışmaya başladığı sırada eve dönmeyi gerektirirdi. Ailenin alışkanlıklarından ve ilkelerinden doğan bu gibi durumlarla, biçim bakımından babalarının zenginliğine oldukça uyar gibi görünen eğlencelerinin tadı kaçardı. Alıştıkları yaşama gelince, bir şeyi söylemek onu betimlemeye yeter. Madam Guillaume, kızlarının sabahleyin erkenden giyinip hazır olmalarını, her gün aynı saatte odalarından aşağıya inmelerini isterdi. Onların çalışmalarını da bir manastırdaki gibi düzene sokmuştu. Bununla birlikte Augustine'de, nedendir bilinmez, bu yaşamın anlamsızlığını duyumsayacak denli incelmiş bir ruh vardı. Gün olurdu, şu karanlık merdivenin, nemli mağazaların derinliklerinde bir şeyler arar gibi mavi gözleri canlanırdı. Bu manastır sessizliğinden anlamlar çıkarmaya çalışır; sonra da, duygulara maddeden daha fazla değer veren aşk dolu bir yaşamın uzaktan gelen seslerini dinler gibi bir hal alırdı. Böyle anlarda yüzü renklenir, elleri işlemez olur, beyaz müslin parçası tezgâhın üstüne düşüverirdi; arkasından da hemen annesinin, en tatlı dille söylediği şeylerde bile acılığını hep sürdüren bir sesle, “Augustine, ne düşünüyorsun bakayım elmasım?” dediği duyulurdu. Augustine, Madam Guillaume'un geçenlerde yol verdiği aşçı kadının dolabında geçen kış Hippolyte Conte de Douglas 1) ve Conte de Commiges 2) adlı iki roman bulmuş, bunları uzun gecelerde okuyup belleğine kazımıştı; belki de bu romanlar genç kızın düşüncelerinin gelişmesine yardım etmiştir. Augustine'nin belirsiz istekleri anlatan sözleri, tatlı sesi, yasemin gibi teni, mavi gözleri zavallı Lebas'nın gönlünde saygıyla karışık yeğin bir aşk ateşi tutuşturmuştu. Keyif bu ya, Augustine bu anasız babasız delikanlıdan hoşlanmazdı. Kim bilir, belki onun kendisini sevdiğini bilmiyordu da ondan. Öte yandan, uzun bacaklı, kestane rengi saçlı, elleri kaba, hali tavrı sert olan birinci tezgâhtarı, elli bin ekülük 3) çeyizine karşın hiç kimsenin beğenip almadığı Matmazel Virginie, gizliden gizliye beğenirdi. Nasıl menekşeler ormanın kuytu yerlerinde açarlarsa, birbirine ters yöndeki bu iki aşkın, tezgâhların sessizliği içinde doğması da öyle doğal bir şeydir. Bu arasız çalışmalar ve dindarca sessizlik içinde, yeğin bir eğlence gereksinmesiyle gençlerin bakışlarını karşılaştıran sessiz ve sürekli dalıp gitmeler, er geç aşkı uyandıracaktı. Bir yüzü görme alışkanlığı, bize önce yavaş yavaş ruhun iyi yanlarını buldurur, sonra da kusurlarını gözden siliverir.
Mösyö Guillaume, Napoléone'un kur'a erlerini zamanından önce çağıran ilk bildirisini okuduğunda, kendi kendine:
- Bu adam tuttuğu yolda böyle giderse, kızlarımız kendilerini ilk isteyenin önünde diz çökmekte gecikmeyecekler, diye söylendi.
O günden sonra da, büyük kızının sararıp solduğunu görerek umutsuzluğa düşen yaşlı tüccar, Joseph Lebas ile Virginie hangi durumdaysalar, kendisinin de vaktiyle aşağı yukarı aynı durumda Chevrel'in kızıyla evlendiğini anımsadı. Kendisi o zamanlar, öncelinden iyilik görmüştü; o zamanki durumunda olan bir öksüze o da şimdi buna benzer bir iyilik yaparak kızını onunla evlendirmesi ve kutsal bir borcu ödemesi, ne güzel bir şey olurdu! Otuz üç yaşında olan Joseph Lebas ise, Augustine'le aralarındaki on beş yaş farkın çıkaracağı engelleri düşünmekteydi.
«   01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   17   ...    27   »   

1) Yazan Mme. d'Aulnoy; 1705'te ölmüştür.
2) Yazan Bacular d'Arnaut; 1805'te ölmüştür.
3) Gümüşten yapılmış eski bir Fransız parası.