Ana Sayfa » Yolculamak » Top Oynayan Kedi Mağazası : 08


TOP OYNAYAN KEDİ MAĞAZASI

HONORÉ DE BALZAC

DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 5


Lebas, Guillaume'un niyetlerini anlayacak denli zeki değildi; ama onun küçük kızını büyüğünden önce evlendiremeyeceği konusunda şaşmaz ilkeleri olduğunu pek iyi bilirdi. Bacakları ne kadar uzun, göğsü ne kadar iriyse, yüreği de öylesine güzel olan o zavallı tezgâhtar, işte bunun için sessiz sedasız acı çekiyordu.
Saint-Denis caddesindeki bu sıkı disiplinli Trappe manastırının bir şubesine pek benzeyen küçük cumhuriyette, durum işte böyleydi. Ama yürekle ilgili şeyleri de, dışarda olup bitenleri de iyice anlatabilmek için, bu öykünün başladığı sahneden birkaç ay öncesine dönmek gerekiyor. Gece olurken, karanlık Top Oynayan Kedi mağazasının önünden geçen bir delikanlı, dünyanın bütün ressamlarını yolundan alıkoyacak bir görünümü seyretmek için durmuştu. Dükkânda henüz lamba yakılmadığı için, burası karanlıkçaydı; ama ötede, tüccarın yemek odası görünebiliyordu. Işığı tümüyle aşağı vuran bir lamba, Hollanda okulundan olan ressamların tablolarına olağanüstü bir güzellik veren o sarı aydınlığı odaya saçmaktaydı. Beyaz örtü, gümüş takımlar, kristal eşya da, ışıkla gölge arasındaki canlı karşıtlığı güzelleştiren çekici ayrıntıları oluşturuyordu. Aile reisinin, karısının, tezgâhtarların yüzleri, Augustine'in temiz hatları, ondan iki adım ötede duran ablak suratlı kaba saba kız, dikkati çeken bir topluluk oluşturuyordu: başlar pek özgündü; her birinin yüzünde de pek içten bir anlatım vardı. İnsan bu ailedeki huzuru, dinginliği ve yalın yaşayışı öylesine kolay anlıyordu ki, doğayı yansıtmaya alışmış sanatçı, bu birdenbire karşısına çıkan sahneyi betimlemekte umutsuzluğa bile düşüyordu. Bu yolcu, yedi yıl önce büyük resim ödülünü kazanan genç bir ressamdı. Roma'dan geliyordu. Büyüklüğünü dünyanın dört bucağına yayan, sanatın bu görkemli ülkesinde uzun zaman kalarak şiirle beslenen ruhu, Raffaello'nun ve Michelangelo'nun 1) yapıtlarına doyan gözleri, gerçek doğaya susamıştı. İster yanlış, ister doğru, onun kişisel duygusu işte böyleydi. Uzun süre İtalya'daki aşkların ateşiyle yanan kalbi, Roma'da, o da ancak resimde bulabildiği o yalın ve dalgın bakışlı güzellerin özlemini çekiyordu. Seyrettiği doğal tablonun coşkun ruhunda uyandırdığı heyecanla, üzerinde en çok durulması gereken yüze dalıp gitti: Augustine düşünceli görünüyordu, yemek yemiyordu; lamba öyle bir yerdeydi ki, ışık tümüyle yüzüne düşüyor; vücudunun üst bölümü, başının çizgilerini daha canlı bir biçimde gösteren ve sanki doğaüstü bir biçimde aydınlatan ateşten bir çember içinde kımıldanıyor gibiydi. Sanatçı onu yurdundan uzak, ama yurdunu, gökleri unutamayan bir meleğe benzetti; öyle geldi içinden. Yüreği, pek anlayamadığı bir duyguyla, temiz ve coşkun bir sevgiyle dolup taştı. Düşüncelerinin ağırlığı altında ezilmiş gibi bir an durakladıktan sonra, zorla oradan ayrıldı, evine döndü, ağzına lokma koymadı, uyumadı da. Ertesi gün, atölyesine girdi ve oradan ancak, anısı kendisini sanki büyüleyen o sahnenin olağanüstü güzelliğini tuval üzerine boyadıktan sonra çıktı. Taptığı kıza aynen benzeyen resim tamamlanıncaya dek, içi bir türlü rahat etmedi. Birçok kez Top Oynayan Kedi mağazasının önünden geçti; dahası, Madam Guillaume'un kanadının altında sakladığı dilber kızı daha yakından görebilmek için bir iki kez kılık değiştirerek, dükkâna girmek gözüpekliğini gösterdi. Kendisini tam sekiz ay sevgisine, fırçalarına vererek, çevresini; şiiri, tiyatroyu, musikiyi, pek sevdiği alışkanlıklarını unuttu; en içten dostlarını kabul etmez oldu. Bir sabah Girodet 2), sanatçıların bilip de bilmezlikten geldikleri bütün bu yasaklara karşın gidip onu buldu ve:
- Salon'da ne sergileyeceksin, diye sorarak onu uyarmak istedi. Ressam, arkadaşının elinden tuttu, atölyesine götürdü, sehpa üstündeki bir küçük tablonun ve bir portrenin örtülerini açtı. Girodet bu iki başyapıta ağır ağır, dikkat ve hayranlıkla baktıktan sonra hiçbir söz söyleyemeden arkadaşının boynuna atıldı, onu öptü. Heyecanını sözcüklerle anlatamayacaktı, onlar ancak yürekten yüreğe aktarılabilirdi. Girodet:
- Ne o, birine gönül verdin galiba, dedi.
İkisi de pekiyi biliyordu ki Tiziano'nun (13), Raffaello'nun ve Leonardo da Vinci'nin (14) en güzel portreleri, farklı koşullar altında zaten bütün başyapıtların doğmasını sağlayan böyle coşkun duygulardan doğmuştur. Genç sanatçı yanıt yerine başını eğdi.
- İtalya'dan gelip burada âşık olabildiğin için, kim bilir ne mutlusun! Böyle yapıtları Salon'da sergilemeni salık vermem, diye ekledi büyük sanatçı; bana bak, bu iki tabloyu orada kimse anlamayacak. Bu gerçek renkleri, bu şaşılacak çalışmayı değerlendiremezler, halk böyle derinliği kavrayamaz. Sevgili dostum, bizim yapacağımız tablolar, paravanalar, ocak önüne konan perdeler olmalı. Nene gerek, gel şiir yazalım, eskileri çevirelim. Ün ve onur daha çok bunlardan gelir, bizim zavallı tablolarımızdan değil.
«   01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   17   18   ...    27   »   

1) Ünlü İtalyan ressam, heykeltıraş ve mimar (1475 - 1564). San Pietro kilisesini yapmak için 17 çalıştı. Bu yapıt, onun sanattaki dehasını gösterir.
2) Ressam David'in öğrencisi (1767 - 1824). Birçok kez Roma Ödülü'nü kazanmıştır. “Le Déluge” (Tufan), “Someil d'Endymion” (Endymion'un Uykusu), “Funérailles d'Atala” (Atala'nın Gömülme Töreni) adlı tabloları ünlüdür.