Ana Sayfa » Yolculamak » Totem ve Tabu - I : 26
Eğer ruhların öfkesinin kaynağı buysa, yaşayanlar içinde en yakınlarının ve en sevdiklerinin ondan en çok korkması gerektiği de açıktır.
Nevroz belirtilerinde olduğu gibi, tabu kuralları da karşıt duygular gösterir. Bu kuralların yasak edici niteliği yası anlatır; diğer yandan yine bu kurallar, gizlemek istedikleri şeyi, yani şimdi kendini savunma biçimine bürünmüş olan ölüye karşı düşmanlık duygusunu açıklar. Tabu kurallarının birtakım baştan çıkarma olgularından korkma biçiminde anlaşılması gerektiğini görmüştük. Ölü bir kişi savunmasızdır; kendisine karşı beslenen düşmanca istekleri doyurmak için bir kışkırtma nedeni olabilir; elbette bu baştan çıkarmaya birtakım yasaklarla karşı koymak gerekir.
Fakat Westermarck, vahşiler arasında öldürülmüş olanlarla doğal bir ölümle ölmüş olanlar arasında bir fark gözetildiğini kabul etmemekte haklıdır ve daha sonra göstereceğimiz gibi (51), düşünüşün bilinç dışı biçiminde doğal ölüm bile bir öldürme sayılır; kişinin kötü isteklerle öldürüldüğüne inanılır. Anne, baba, erkek ve kız kardeşler gibi en sevilen yakınların ölümüne ilgili düşlerin kökeni ve anlamıyla ilgilenenler, çocuk olsun, ilkel olsun düş görenler ölüye karşı aynı tavrı aldıkları için, çift değerli duygunun egemen olduğunu görecektir. (52)
Biraz önce tabunun içeriğini şeytanlardan korkmayla açıklayan Wundt’un görüşünü tartışmıştık. Bununla birlikte ölü tabusunu, öldükten sonra şeytana dönüşen ölünün ruhundan duyulan korkuyla açıklayan görüşü kabul etmiştik. Bu bir tutarsızlık gibi görünmektedir; fakat bunu açıklamak güç değildir. Gerçi şeytan düşüncesini kabul ettik ama bunun, psikolojinin daha ileri öğelere dayandıramayacağı bir son olmadığını da bilmekteyiz. Biz şeytanları, yaşayanın ölüye karşı beslediği düşmanca duyguların başka yere çevrilmişi olarak göstermiştik.
Ölmüşe karşı beslenen çifte duygu, yani şefkat ve düşmanlık duyguları, sevilen kimsenin ölümü karşısında kendini yas ve doyum biçiminde anlatmaya çalışır, bu karşıt duygular arasında doğal bir çatışma baş gösterir; bunların bir tanesi, yani düşmanlık duygusu, tümüyle ya da büyük ölçüde bilinç dışı olduğu için, bu çatışma (örneğin sevdiğimiz bir kimsenin bizi incittiği zaman onu bağışlamamızda olduğu gibi) düşmanlık ya da şefkat biçiminde bilinçli bir ayırmayla sonuçlanmaz. Bu iş genellikle, psikanalizde üstüne atma adı verilen özel bir ruhsal mekanizma aracılığıyla başarılır. Bilgisiz olduğumuz ve bilmek de istemediğimiz bu bilinmeyen düşmanlık, iç dünyamızdan dış dünyaya çevrilir ve böylece kendi benliğimizden sökülüp çıkarılır, başkasının üstüne atılır. Ölmüş olandan kurtulduğumuz için sevinmeyiz, tersine onun için yas tutarız; fakat o zaman, gariptir, o da bizim kederimizden zevk alan ve bizim ölmemizi isteyen bir cadıya dönüşür. O zaman yaşayanlar kendilerini bu kötü düşmandan korumak ister; böylece içlerinden gelen baskıdan kurtulurlar. Fakat ancak bu baskının yerine dıştan gelen bir baskıyı koymakla bunu yapmayı başarırlar.
Ölüyü kötü bir düşman dönüştüren bu üstüne atma durumunun gerçek bir desteği olmadığı söylenemez. Çünkü yaşayanlarla ölen arasındaki gerçek nefretler unutulmamıştır ve bunlar anımsandıkça ölü haklı olarak beğenilmeyebilir. Bu nefretler, birbirine karşı yapılan sert davranışlara egemen olma isteği, haksızlık gibi, kısaca, insanlar arasındaki en yumuşak ilişkilerin bile içinde bulunan duygulardır. Fakat durum, yalnızca bu etmenin tek başına cadıların kökenini üstüne atmayla açıklamayı mümkün kılacak kadar basit olamaz. Kuşkusuz ölünün suçları, yaşayanların kısmen düşmanlığını uyandırmaktadır; fakat bu düşmanlığı uyandırmamış olsalar, böyle bir sonuç oluşturmayacaklardır ve o zaman ölüm olayı ölüye karşı haklı olarak çevrilmiş olan suçların anısının uyanmasına neden olmayacaktır. Bilinç dışı düşmanlığı, sürekli ve gerçekten kışkırtıcı neden olarak kabul etmek zorundayız. En yakınlara ve en sevgililere karşı olan bu düşmanca eğilim onlar yaşadığı sürece gizli kalır, yani ya doğrudan doğruya ya da bir yerine koyma aracılığıyla kendini bilinçte ele vermekten çekinir. Bununla birlikte hem sevilen, hem de kin duyulan kişi öldüğü zaman, bu artık daha fazla mümkün olmaz ve çatışma iyice şiddetlenir. Artan şefkatten doğan yas, bir yandan uyuyan düşmanlığa, diğer yandan da bu düşmanlığın tam bir doyum duygusunu doğurmamasına daha fazla dayanamaz. Böylece bilinç dışı, üstüne atma aracılığıyla atılır ve şeytanlar tarafından cezalandırılma korkusunun bir anlatımı olan ayin oluşur. Yas döneminin sonucuyla çatışma da korkutucu yanını yitirir, böylece ölü tabusu giderek ortadan kalkar ve sonunda unutulup gider.
« 01 ... 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 »