Ana Sayfa » Yolculamak » Yalnız Gezerin Düşlemleri : 15
sabır, ılımlılık, boyun eğme, doğru yöne yönelme ve yan tutmayan adalettir. İşte, yaşlılığımın kalan yıllarını verdiğim tek ve yararlı konu budur. Benliğimi düzelterek, doğduğum günden daha iyi değil de (bu olanaksızdır aslında) daha erdemli olarak yaşamdan ayrılabilirsem, ne mutlu bana!
DÖRDÜNCÜ GEZİ
Hâlâ ara sıra okuduğum birkaç kitap arasında beni en çok ilgilendiren ve yararlı olanlar, Plutarkhos'un yapıtlarıdır. Çocukluğumda ilk okuduğum odur; yaşlılığımda da son okuyacağım odur; diyebilirim ki, ibret dersi aldığım tek yazardır. Daha önceki gün, onun ahlakla ilgili kitaplarından biri olan “Düşmanlardan Yararlanma Yolu”nu okuyordum. Aynı gün, kimi yazarların bana gönderdikleri kitapçıkları düzeltirken, Rahip R***'nin defterlerinden birine rasladım. Başlığına şu sözleri koymuştu: “Vitam vero impendenti.” Onun gibilerin ne türlü anlatım yollarına başvurduklarını bildiğim için, bu seferkine de aldanmayarak, incelik perdesi arkasında kinayede bulunduğunu anladım. Ama işin aslı neydi? Bu alaydan amacı ne olabilirdi? Ona ne yapmıştım da bu alaya yol açmıştım? Plutarkhoscuğumun verdiği dersten yararlanabilmek için, ertesi günkü gezintimi kendimi yalan konusunda inceleyerek yapmaya karar verdim; bu işe başlarken, Delfi Tapınağı'ndaki “kendini bil” sözünün, “İtiraflarım”da sandığım gibi kolayca uyulacak bir ilke olmadığı konusunda, önceden de var olan inancımı bir kez daha düşündüm.
Ertesi gün, bu düşüncemi gerçekleştirmek amacıyla yola çıkınca, aklıma gelen ilk şey, gençliğimde söylediğim ve şimdi yaşlılığında bile türlü türlü yaralar almış yüreğimi dağlayan bir yalan oldu. Kendiliğinden bir suç oluşturan bu yalan, öğrenemediğim ve ama pişmanlığıyla çok büyüttüğüm sonuçları bakımından daha korkunç bir suç niteliğini almış olacak. Ancak, söylerken içinde bulunduğum ruh durumu hesaba katılırsa o yalanlar, yalnızca yersiz bir utanç ürünü olmuştur; ona kurban giden kadına zarar vermek niyeti şöyle dursun, yemin ederim ki bu utanç yüzünden yalan söylediğim anda kendimden başkasına zararı dokunmaması için yaşamımı vermeye hazırdım. Bu, öyle bir bilinçsizlik bunalımı olmuştur ki açıklamak için, çekingenliğimin yüreğimdeki bütün istekleri boşa çıkardığını ileri sürmekten başka şey söyleyemem.
Bu korkunç davranışımın, anısıyla bende bıraktığı sönmez pişmanlık, ömrümün sonuna dek, yalana karşı beni ondan koruyacak bir nefret aşıladı. İlkemi belirlediğim zaman ona pek layık olduğumu duyumsuyorum; ama Rahip R.'nin sözü üzerine kendimi daha esaslı olarak incelemeye koyuldum.
O zaman, gerçeğe olan aşkımdan dolayı gururlanarak; benzerlerimin hiçbirinde görmediğim bir yansızlıkla bu gerçeğe güvenimi, çıkarlarımı ve benliğimi feda ettiğim anlarda bile, kendi kendime uydurup doğru diye söylediğim şeylerin sayısı karşısında afalladım.
En çok şaştığım şey de, bu yalanları anımsarken ciddi bir pişmanlık duymamamdır. Ben ki her şeyden çok sahtelikten nefret ederim, ben ki yalanla kurtulabileceğim işkencelere göğüs germişimdir ve ben ki bir yalanın pişmanlığını elli yıl çektim; nasıl oldu da gereksiz ve yararsız yere yalan söyledim ve söylediğime de üzülmedim? Suçlarım bana hiçbir zaman bir tür pişkinlik kazandırmadı; ahlak içgüdüsü bana hep yol göstermiş, vicdanım dürüstlükten hiç ayrılmamıştır; bu vicdan, çıkarlarıma uymakla bozulsa bile, nasıl olur da insanoğlunun tutkularına kapıldığı durumlarda doğruluğunu korur, ama çok daha önemsiz işlerde o doğruluğu yitirir? Gördüm ki bununla ilgili olarak kendi hakkımda vereceğim yargının doğruluğu, o sorunun çözülmesine bağlıydı; iyice inceledikten sonra şöyle açıklamayı başardım:
Bir felsefe kitabında okuduğuma göre yalan söylemek, dışa vurulması gereken bir gerçeği saklamaktır. Bu tanıma bakılırsa, söylemek zorunda olunmayan bir gerçeği söylememek, yalan söylemek değildir. Ama
« 01 ... 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 ... 49 »