Ana Sayfa » Yolculamak » Yalnız Gezerin Düşlemleri : 16
o gerçeği söyleyememekten hoşnut olmayan kimse, tersini söylerse yalancılık eder mi, etmez mi? Yine tanıma başvurulursa, kimin yalancı olduğu anlaşılamaz. Çünkü, bir kimse, borçlu olmadığı adama sahte para vermekle, onu kuşkusuz aldatır, ama hırsızlık etmiş olmaz.
Burada birbirinden önemli iki soru ortaya çıkıyor; birincisi şudur: Başkalarına gerçeği borçlu bulunduğumuza göre, doğruyu ne zaman ve nasıl söylemek zorundayız? İkincisi: Başkalarını saflıkla aldattığımız durumlar var mıdır? Pek iyi bilirim ki, ikinci soru, yazara bedava gelen kitaplarda, en tutucu ahlakın uygulanması olanaksız bir gevezelik sayıldığı toplumda, olumlu olarak kesilip atılmıştır. Karşı düşünceler ileri sürerek birbirlerinin düşüncelerini çürüten bu yetkili kişileri bir yana bırakarak, bu sorunları kendi düşüncelerimizle çözümlemeye çalışalım:
Genel, yani soyut gerçek, nimetlerin en değerlisidir. Sanki aklın gözü olan onsuz, insanoğlu hiçbir şey göremez; yine onun sayesindedir ki insanlar nasıl davranacaklarını öğrenir, ne olmak gerekirse olur, ne yapmak zorunluysa yapar ve asıl amacına doğru gider. Bireyin vardığı gerçek, her zaman doğru değildir; çoğu kez yanlış ve hemen her zaman kimseye yaramayan bir şeydir. Herhangi bir insanın mutluluğuna yarayan ve bu bakımdan bilmesi gereken şeyler belki çok değil; ama çok olmasa da, her yerde arayacağı hakkı ve malıdır; onu bundan yoksun kılmak da hırsızlığın en kötüsüdür, çünkü bu şeyler, başkasına verilmekle vereni yoksun etmeyen ortak nimetlerdendir.
Öğrenim bakımından da, günlük yaşamda da yararı olmayan gerçeklere gelince, nasıl hak ileri sürebileceğimiz bir nimet sayılır ki, onlar aslında nimet bile değildirler ve mülkiyet çıkar temeli üzerine kurulduğuna göre, mülkiyetin olmadığı yerde yarar olamaz. Verimsiz olsa bile, bir toprak istenebilir; çünkü hiç değilse üzerinde bir yapı kurulur; ama kimse için anlamı olmayan, kimseyi ilgilendirmeyen saçma bir olgunun doğruluk ya da yanlışlığı kimseyi etkilemez. Manevi ve maddi alanlarda hiçbir şey gereksiz değildir. Hiçbir şeye yaramayan bir şey, hak sayılamaz; sayılması için yaraması gerek. Böylelikledir ki hak diyebileceğimiz gerçek, adaleti ilgilendirenidir; varlığı ya da bilgisi herkes için anlamsız olan şeylere gerçek kavramını uygulamak, bu kavramın kutsallığını bozmaktır. Demek ki olası olsa bile, herhangi bir yarardan sıyrılmış gerçek, bir hak oluşturamaz ve bu nedenle, onu saklayan yalan söylemiş olmaz.
Ancak, kimseye yaramayacak denli verimsiz gerçekler var mıdır? Bu, tartışılması gereken bir başka konu; az sonra değineceğim. Şimdilik ikinci konuya geçelim.
Doğruyu söylememek başka, doğru olmayanı söylemek de başkadır; ama, her ikisinden de aynı sonuç çıkabilir, çünkü sonuç bir olduğu için başka yola varılamaz. Gerçeğin kimseyi ilgilendirmediği yerde, onun karşıtı olan yanlış da ilgilendirmez; bundan şu çıkar ki, aynı durumlarda gerçeğin tersini söyleyerek aldatan, gerçeği söylemeyerek aldatandan daha çok suçlu değildir; çünkü yararsız gerçekler konusunda yanılmaktan kötü olan bilmemektir; denizin dibindeki kumun rengini bilmememle, kumu ak ya da kırmızı sanmam arasında fark yoktur. Haksızlık, başkasına zarar vermekse, kimseye zarar vermemekle haksız olunur mu?
Ancak, kısaca söylemek gerekirse, her türlü duruma çok iyi uygulanması için önceden aydınlatılmış olma durumu dışında, bu konuların kılgısal hiçbir yararı olamaz. Gerçeği söylemek zorunluluğu, onun yararı temeline dayanıyorsa, bu yarar hakkında nasıl karar verebilirim? Çoğu kez, birinin çıkarı ötekinin zararını gerektirir; kişisel çıkar da, hemen her zaman genelin çıkarına aykırıdır. Böyle bir durumda nasıl davranmalı? İlişkimiz olan kişinin çıkarına, ilişkimiz olmayanların çıkarını feda mı etmeli? Birine yaradığı halde ötekine zarar veren gerçeği söylemeli mi, söylememeli mi? Diyeceklerimizi yalnızca kamu çıkarına
« 01 ... 06 07 08 09 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 ... 49 »