Ana Sayfa » Yolculamak » Yalnız Gezerin Düşlemleri : 21
sonra bile hâlâ parmaklarımın neden ezildiğini kimse bilmez. Üç hafta yatakta yattım; iki ay elimi kullanamadım; soranlara da, elimin bir taşla ezildiğini anlattım.
Oysa geçirdiğim kazanın o sıralarda kimi sonuçları oldu: Çünkü kentsoyu gençlerinin askerlik eğitimine gittiği mevsimdi; benimle yaşıt üç çocukla birlikte üniforma giyip mahallemizin bölüğünde eğitim yapmam gerekiyordu. İşte, yatakta yatarken, bölüğün üç arkadaşımla birlikte trampet çalarak kapının önünden geçtiğini duyma acısına katlandım.
Öteki öyküm de buna benzer; ama bu birkaç yıl sonra geçti.
Plince adlı bir arkadaşımla Plain-Palais'de çöken oynuyordum. Oynarken, bir anlaşmazlık nedeniyle onunla döğüştüm; döğüşürken elindeki tokmakla başıma öyle bir vurdu ki, daha sert vursaydı beynimi patlatırdı. Olduğum gibi yere yuvarlandım. Kanımın akması karşısında zavallı çocuğun düştüğü telâşı ömrüm boyunca hiç kimsede görmedim. Beni öldürdüğünü sanmıştı. Üzerime atıldı, sarıldı, ağladı ve haykırdı. Ben de onun kadar ağlayarak öptüm. Sonunda hâlâ akan kanımı durdurmaya çalıştı ve her ikimizin mendilleriyle sarmasına karşın durduramadığını görünce, beni yakında oturan annesine götürdü. Zavallı kadın, durumumu görür görmez bayılır gibi oldu; ama kendini toplayarak yaramı yıkadı, sardı, üzerine ispirtoya daldırılmış zambak çiçekleri bastırdı ki bu çiçekler memleketimizde yaralarda çok kullanılır. Kadının ve oğlunun gözyaşları bana öyle dokundu ki, uzun zaman, yani oradan ayrılıp olayı unutuncaya dek, birini anne ötekini de kardeş saydım.
Her iki kazamı da kimseye söylemedim. Başıma bunlar gibi yüz tanesi geldi de, huyumun iyiliğini ileri sürmemek istemediğim için adını bile anmadım. Bildiğim gerçeğe aykırı konuştuğumda da bunun ya kimseye dokunmayacağını, ya konuşmakta güçlük çektiğimi gördüm, ya da yazmak zevkine kapıldım; ama ne kendi çıkarımı ne de başkasının zararını güttüm. Nasip olur da “İtiraflarım”ı nesnel gözle okuyan bulunursa, ondaki itirafların daha büyük suçlarınkinden daha zor sayılmaları gerektiğini ve işlemediğim için söylemediğim daha büyük ve ama söylenmesi daha ayıp suçları açıklamaktan çok daha ağır olduklarını anlar.
Bütün bunlar gösteriyor ki, doğruluk yolunu seçişim, doğru olma duygusundan çok gerçeği sevmeme dayanır; gerçekten, uygulamada, eğriyle doğrunun soyut kavramlarını değil, vicdanımın ahlak alanındaki yolunu izledim. Çoğu kez, masal anlattım; ama pek az yalan söyledim.
Bu ilkeye uymakla başkalarına birçok silah vermiş olsam da, kimseye zararım dokunmadığı gibi, kendime de hak ettiğimden çok hiçbir üstünlük vermedim. Bana göre gerçeğin erdem olması, yalnızca bu yolla sağlanır. Başka herhangi bir yolda gerçek, ne iyiliğe ne de kötülüğe hizmet eden bir kavramdır.
Ama bu gibi ince elemeler, beni, masumluğumu düşündürtecek denli doyurmaz. Başkalarına neler borçlu bulunduğumu özenle tartarken, kendime ne borçlu olduğuma iyice baktım mı? Başkalarına karşı adil olmak gerekliyse, kendimiz için de gerçekçi olmamız gerekir. Bu, olgun insanın kendi onuru için ödemesi gereken bir saygı borcudur. Ne söyleyeceğimi bulamadığım için şunu bunu uydurduğumda, sanırım, yanlış yapıyordum; çünkü başkasını eğlendirmek bahanesiyle kendimi küçültmek, hiç de uygun değildir. Ve yazmak zevkine kapılarak gerçek olayları, düşlemlediğim olaylarla süsleyerek daha büyük bir yanılgıya düşüyordum; çünkü gerçeği söylenceyle süslemek, onu değiştirmektir.
Ancak, bağışlanmayacak bir şey varsa, o da seçtiğim ilkedir. Bu ilke, herkesten çok beni gerçeğe uymaya zorluyordu; ona çıkarlarımı ve düşkünlüklerimi feda etmek yetmezdi; bir de çekingenliğimi feda etmem gerekiyordu. Her zaman, her fırsatta doğru olmak gözüpekliğini göstermek; kendisini tümüyle gerçeğe
« 01 ... 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 ... 49 »