Ana Sayfa » Yolculamak » Yeniyetmelik : 05
En yakın köye daha on verst kadar vardı. Nereden geldiği belli olmayan koyu mor renkte kocaman bir bulut, en ufak bir rüzgâr bile olmadığı halde, hızla bize doğru ilerliyordu. Güneş henüz bulutlarla örtülmemişti, bu bulutun iç daraltan biçimini, ufka kadar uzanan uzun kurşuni gölgelerini aydınlatıyordu. Arada bir, uzaklarda şimşek çakıyordu. Gittikçe artan, yaklaşan kesik kesik gürültülerle bütün gökyüzüne yayılan hafif bir uğultu duyuluyordu. Vasiliy yerinden kalkarak yaylının körüğünü kaldırdı. Paltolarını giyen arabacılar, göğün her gürlemesinde şapkalarını ellerine alarak istavroz çıkarıyorlardı. Atlar kulaklarını dikiyor, yaklaşmakta olan buluttan çevreye yayılan taze havayı kokluyorlarmış gibi burun deliklerini açıyorlar, arabamız tozlu yolda hızla ilerliyor, içimi korku kaplıyor, damarlarımdaki kanın daha hızlı aktığını duyuyordum. En öndeki bulutlar güneşi örtmeye başlamıştı. Bir an için görünen güneş, son kez ufkun iç daraltıcı, korkunç yanını aydınlattı, yitti. Her yan birdenbire değişti, iç daraltıcı bir görünüş aldı. Bir koruluk oluşturan akça kavaklar titremeye başladılar.
Bu bulutun gölgesinin altında iyice görünen kirli beyaz bir renk alan yapraklar hışırdıyor, titreşiyordu. Büyük kayın ağaçlarının tepeleri sallanmaya başlıyor, kuru ot demetleri yol üzerinde uçuşuyordu. Kuşlar, ak göğüslü kırlangıçlar bizi durdurmak istiyorlarmış gibi yaylının dört yanında dolaşıyor, atların tam göğüslerinin altından geçiyorlardı. Kargalar, tüyleri karışmış olan kanatlarıyla rüzgârın önünde sürükleniyorlardı. Arabanın dizlerimizi örten deri örtüsü kalkarak içimize nemli rüzgâr dalgaları geçiriyor, sallanarak arabanın gövdesine çarpıyordu. Şimşekler arabanın içinde çakıyorlarmış gibi gözleri kamaştırıyor; bir an için arabanın kurşuni çuhasını, şeritleri, Volodya'nın bir köşeye büzülmüş vücudunu aydınlatıyordu. Aynı dakikada tam başımızın üzerinde kopan, sanki kocaman dolambaçlı bir çizgide yükseldikçe yükselen, yayıldıkça yayılan, gittikçe güçlenen şiddetli bir uğultu, elimizde olmayarak soluğumuzu kesiyor, bizi titretip sersemletici bir çıtırtıya dönüşüyordu.
“Tanrı'nın öfkesi!” Bu halk sözünde ne şiirli bir duygu vardır.
Tekerlekler gittikçe artan bir hızla dönüyordu. Vasiliy'in ve sabırsızlıkla dizginleri sallayan Filip'in korktuklarını, omuz başlarının titremesinden sezdim. Yaylı hızla tepeden iniyor, tahta köprü boyunca tıkırdayarak ilerliyordu. Kıpırdamaya korkuyor, her an başımıza gelebilecek yıkımı bekliyordum.
Duurr! Koşum koptu, arasız, sersemletici gök gürültülerine bakmaksızın köprüde durmak zorunda kaldık.
Başımızı yaylının bir yanına dayayarak yüreğim durmuş, soluğum kesilmiş bir durumda, yandaki atı eliyle, kırbaç değneğiyle itip koşumları düzelten, ağır ağır düğümleyen Filip'in kalın kara parmaklarına umutsuz umutsuz bakıyordum.
Fırtına yaklaştıkça korkum, sıkıntım da artıyordu. Fırtınadan önceki o çoğu zaman fırtınanın kopacağını haber veren ürpertici sessizlik anı gelince bu duygularım artık öyle gerildi ki, bu durum çeyrek saat daha sürmüş olsaydı, kesinlikle heyecanımdan ölürdüm.
Tam bu sırada köprünün altından kirli, yırtık gömlekli, şişkin, anlamsız yüzlü, kassız çarpık ayaklı, tıraş edilmiş açık başını sallayan bir adam çıktı, parlak kırmızı bir tokmağı andıran sakat elini arabamıza uzattı:
- Tanrı rızası için yoksula bir sadaka, diyen titrek bir ses duyuldu. Dilenci her sözcükte yarı beline kadar eğiliyor, istavroz çıkarıyordu.
O dakikada içimi dolduran büyük korkuyu anlatamayacağım. Tüylerim diken diken olmuş, gözlerim korkunun verdiği şaşkınlıkla dilenciye dikilmişti.
Sadakamızı yolda dağıtan Vasiliy, koşumların nasıl onarılması gerektiğini Filip'e öğretiyordu; ancak her şey hazır olduğu ve Filip de dizginleri alarak yerine çıktığı an yan cebinden bir şeyler çıkardı. Yola koyulur koyulmaz şiddetli bir şimşek, bir anda bütün dereyi parlak bir ışıkla aydınlatarak hayvanları
« 01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14 15 ... 45 »