Ana Sayfa » Mesnevî-i Şerif Tercümesi » Mesnevi 1. Cilt : 151
olduğu halde ilme hiç ehemmiyet vermiyen, bilgiyi bir gaye değil, bir vasıta telâkki eden ve hele felsefeye hiç ehemmiyet vermiyen Şems de bir gün Mevlâna'nın medresesinde ve Mevlâna'nın huzurunda Fahr-i Râzi'den bahsedip onun, hattâ kâfir olduğunu söylemiş, sonra söz gelimini Muh-yiddîn'e getirerek “ Nitekim Şeyh Muhammed-ibn-i Arabî de Dımışk'ta Muhammed bizim perdecimizdir diyordu. Dedim ki: kendinde gördüğünü neden Muhammed'de görmüyorsun? Herkes kendisinin perdesidir. İbn-i Arabî, Marifetin hakikati sabit olunca orada dâva olur mu? Yap, yapma nerde kalır” dedi. Ben, o mâna Muhammedindi. Bu diğer fazilet de fazla olarak yine ona aittir. Sense bu suretle inkâr ediyorsun, hadi git. Bu tasarruf değil, iddianın ta kendisi. Hem dâvaya kalkışıyor, hem dâvaya düşmemek gerektir diyorsun, dedim. Şeyh Muhammed iyi hemdertti. iyi munisti, büyük adamdı. Fakat şeriata mütebaatı yoktu. Birisi, kendisi mütabaatın ayniydi dedi. dedim ki: Hayır, mütabaatta bulunmadı. Şeyh Muhammed. bir zamanlar namaz kılar, rükû ve sucutta bulunur, şeriat ehlinin kuluyum derdi, fakat hakikatte şeriate mütabaatı yoktu. Ondan çok faydalandım, fakat sizden (Mevlâna'dan) faydalandığım kadar değil. Sizinki asla ona benzemez. Arada inciyle taş parçaları kadar fark var!“ diyor (aynı nüsha, Şems'in Maarif ve kelimatı bahsinde, s. 316). Bir kere de ” Şeyh Muhammed'in sözlerinde filân hata etti, filân yanıldı sözleri yoktu. Onu gördüm mü sen hata ettin demektir. Bir zamanlar ona baş indirmeyi gösterdim, tevazuu öğrettim…“ demiştir
(s. 316).
ilk zamanlarda Mevlâna ile Muhyiddîn-i Arabi'nin oğulluğu ve tarikatının naşiri olan Sadreddin arasındaki açıklığı da Sipehsâlar Menakıbiyle Eflâkî'den öğreniyoruz. Mevlâna'nm Sadreddin ve müntesipleri, yani Muhyiddin mensupları hakkındaki telâkkisini gösteren şu sözleri de dikkate değer: ” Cerrâh-ı Mesihî dedi ki: Sadreddin'in eshabından benim nezdimde su içip böyle dediler: İsa Aleyhisselâm sizin za'mettiğiniz gibi Allah'tır. Hâşa, biz bunun Hak olduğunu biliriz. Lâkin muhafa-zaten ilimle kasden ketmedip inkâr eyleriz. Mevlâna Radıyallahu anh cevaben buyurdular: Allah'ın düşmanı yalan söyledi. Hâşa lillâh bu kelâm, Allah'ın indinde matrut ve müzil ve zelil ve kıylükal bulunan Şeytan'ın şarabından, sarhoş olan kimsenin kelâmıdır. Yahudilerin nekrinden bir mahalden bir mahalle kaçan ve kameti iki arşından daha az bulunan bir şahsın yedi kat gökleri hıfzetmesini nasıl tecviz edersin? Halbuki her bir göğün sihanı beş yüz yıllık ve her biri arasının mesafesi keza beş yüz yıllık yoldur… “ (Fîhi mâ Fîh, Ahmed Avni tercümesi, Osman Ergin'deki nüsha, 60 a).
Hulâsa buradaki ” Din Şeyhi“ nin Muhyiddîn, yahut Sadreddin olmasına hiçbir surette imkân yoktur. İhtimal Şemseddin'i, yahut babası Sultan-al Ulema'yı Seyyid Bürhâneddin Muhakkık-ı Tirmizî'yi, yahut çok hürmetkar olduğu Senâî veya Ferideddin-i Attâr'ı kesdetmiştir. Maalesef bu saydığımız zevatın kitapları, makaleleri matlap düşürülerek, yeni tâbirle elenip taranarak okunmamış ve ekserisi de basılmamıştır. Bu eserler, ilmî bir surette basılır ve tetkik edilirse ” Mâna Tanrı'dır“ sözünü» kime ait olduğu katî surette meydana çıkar.
B. 3343. Cüvan: genç. Ankaravi, bu kelimenin Arapça feta (Türkçe akı-ahı) karşılğı olduğunu ve Çelebi Hüsameddin'e hitabedildiğini söylüyor. Hüsameddin'in Ahıtürkoğlu olduğu düşünülürse çok doğrudur (711 inci beytin izahına bakınız).
B. 3391 - 3392. ” Bizi doğru yola hidayet et; onlara nimet olarak verdiğin doğru yola Gazabettiğin kişilerin yoluna, dalâlette kalanların yoluna değil“ (1 inci sure — Fatiha, âyet: 6-7).
B. 3395. den sonraki bahis Mevlâna'nın mezhepte müçtehit olup kıyası hüccet olarak kabul etmediği, gerek bu bahisten, gerek kıyasa ait diğer sözlerinden, apaçık anlaşılıyor. İmamiyye'nin dört hadîs
« 01 ... 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 ... 171 »