Ana Sayfa » Rus Edebiyatı Klasikleri » Ana : 02


ANA

MAKSİM GORKİ


İlişkilerinde, egemen olan duygu onları hep tetikte bulunmaya iten bir öfkeydi. Bu duygu, kaslarının yorgunluğu kadar kökleşmişti onlarda. Bu ruhsal illet, doğarken babalarından geçmişti, kara bir gölge gibi mezara dek izlerdi onları, gereksiz gaddarlıklar işletirdi.
Bayram günleri, gençler eve geç dönerlerdi geceleyin; yırtık pırtık giysileri toz toprak çamur içinde, yüzleri çürüklerle kaplı olurdu. Kötülük dolu bir sesle arkadaşlarına indirdikleri darbelerle övünürlerdi. Ya da öfkeden kudurmuş durumda, uğradıkları hakaretler için hırslarından ağlayarak gelirlerdi; fitil gibi sarhoş, mutsuz ve tiksindirici, acınacak durumda olurlardı. Kimi zaman ana babalar oğlanlarını bir duvar dibinde ya da meyhanede sızmış olarak bulurlar, kaldırıp eve getirirlerdi. Sızan oğlan epey dayak ve küfür yerdi.
Onu az çok dikkatlice yatırırlardı. Ertesi sabah düdük sinirli sinirli böğürmeye başlayınca onu erkenden kaldırıp işe göndermek gerekecekti çünkü.
Oğlanlar çok dayak yer, hakarete uğrarlardı, ama kafayı çekip çekip kavgaya tutuşmalarını yaşlılar gençlerin hakkı sayarlardı. Onlar da, gençliklerinde, sarhoş olup dövüşmüşlerdi. Onlar da ana babalarından dayak yemişlerdi. Yaşam böyle geçerdi. Bulanık bir su gibi, ağır ağır ve hiç durmadan akar, yıllar birbiri ardından geçer giderdi. Her geçen gün, aynı düşünce ve davranış alışkanlıklarından eski ve inatçı alışkanlıklardan yapılıydı. Kimse bu durumu değiştirme isteği duymazdı.
Kimi zaman nereden geldikleri bilinmeyen yabancılar türerdi mahallede. Önce, tanınmadıkları için dikkati çekerlerdi. Sonra, çalıştıkları yerlerden söz ederek biraz merak uyandırırlardı. Daha sonra yeni bir şey görmenin çekiciliği aşınır, silinir giderdi. Yeni gelenlere de alışırlardı ve artık dikkat çekmezlerdi. Anlattıkları şeyler şunu kanıtlardı ki, işçinin yaşantısı nereye gitsen hep aynıdır. Öyleyse bu yaşantıdan söz etmenin ne gereği var?
Ama bazen de, mahallede hiç işitilmemiş yeni şeyler söyleyen kimseler çıkagelirdi. Onlarla tartışmazlar, yalnızca dinlerlerdi. Ama söylediklerine inanmazlardı. Garip lafları kimilerini için için kızdırır, kimilerini de kaygılandırırdı. Kimileri de belirsiz bir umuda kapılıp heyecanlanır ve bu yararsız, bu sıkıcı duyguyu gidermek için daha çok verirlerdi kendilerini içkiye.
Mahalleliler bir yabancıda olağandışı bir şey sezdiler mi, ona karşı uzun süre hınç duyarlar ve içgüdüsel bir tiksintiyle davranırlardı. Sanki onun yüzünden sönük, zor, ama düzenli ve sakin yaşantılarının bozulacağından korkarlardı. Sürekli bir güç tarafından ezilmeye alışık oldukları için hiç bir iyileşme beklemezler, her değişikliğin ancak boyunduruklarını daha da ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramayacağına inanırlardı.
Yenilikten söz edenler mahalle sakinlerinin sessizce uzaklaştıklarını görürlerdi. O zaman, ortadan yok olurlar, başka yere gitmek için yola çıkarlardı. Fabrikada kalsalar bile bir köşeye çekilirler, tekdüze işçi kitlesi içinde erimeyi başaramazlardı…
İnsanlar bu biçimde elli yıl kadar yaşarlar, sonra ölürlerdi…

İKİNCİ BÖLÜM

Çilingir Mihail Vlasov'un yaşantısı da böyleydi. Aksi, kıllı kötü gülüşlü bir adamdı. Gür kaşlar altında kuşkuyla bakan küçük gözleri vardı. Fabrikanın en iyi çilingiri, mahallenin Herkül'ü idi, ama az parası kazanırdı, çünkü üstlerine karşı kaba davranırdı. Her pazar birisini tepelerdi. Herkes ondan nefret eder, ondan korkardı. Onu da pataklamayı denemişler, ama başaramamışlardı. Viasov kendisine saldırılacağım
«   01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   ...    262   »