Ana Sayfa » Rus Edebiyatı Klasikleri » Ana : 06
«Sana buzlu su getireyim…»
Gelgelelim dönünceye dek oğlan çoktan sızıp kalmıştı bile. Ana, oğlunun başucunda bir an hareketsiz durdu. Testiyi tutan eli titriyor, buz parçası testinin çeperlerine çarparak hafif bir tıkırtı çıkarıyordu. Ana, su kabını masanın üzerine bıraktı, kutsal tasvirlerin önüne sessizce diz çöktü. Dışarda yükselen sarhoş naraları pencere camlarını zangırdatıyordu. Sisli sonbahar gecesinin karanlığında bir akordeon sesi yükseliyordu. Birisi şarkı söylüyordu çığlık çığlığa. Bir başkası iğrenç küfürler savuruyordu. Kaygılı, kızgın ve yorgun kadın sesleri geliyordu…
Vlasov'ların küçük evinde yaşam eskisinden daha durgun, daha sessiz ve öteki evlerdekinden biraz farklı biçimde sürüp gitti. Vlasov'ların evi ana caddenin ucunda, bir bataklıkta son bulan kısa ama dik bir yokuşun yakınında bulunuyordu. İnce bir bölmeyle ayrılmış ufak bir oda ve mutfak, evin üçte birini kaplıyordu; ana bu odada yatardı. Geri kalan bölümü iki pencereli dört köşe bir odadan ibaretti; bir köşede Pavel'in yatağı, öbür köşede bir masa ile iki sedir vardı. Birkaç sandalye, bir çamaşır dolabı, dolabın üzerinde ufak bir ayna, giysilerin korunduğu bir sandık, duvarda bir saat ve bir köşede iki ikon, evin eşyasını tamamlamaktaydı.
Pavel, bir delikanlıya yakışan her şeyi yaptı: bir akordeon, bir gömlek, kolalı bir göğüslük, göz alıcı bir kravat, lastik çizmeler, bir baston satın aldı, tıpatıp yaşıtlarına benzedi. Akşamları eğlenmeye giderdi. Kadril ve polka öğrendi. Pazarları adamakıllı içtikten sonra dönerdi eve, ama bir türlü votkaya alışamıyordu. Ertesi günü başı ağrıyor, midesi yanıyor, bitkin ve benzi soluk oluyordu.
Bir gün anası sordu:
«Nasıl, dün akşam iyi eğlendin mi?»
Oğlan sinirli sinirli karşılık verdi:
«Sıkıntıdan patladım! Balık avına gitsem daha iyi olacak. Ya da kendime bir tüfek satın alırım belki.»
İyi çalışırdı. İşi hiç aşmazdı. Ceza yemezdi. Az konuşurdu. Anasınınki gibi iri, mavi gözlerinde hoşnutsuzluk okunurdu. Tüfek satın almadı, balık avına da gitmedi, ama bütün delikanlıların ortak yaşantısından gittikçe yüz çevirdi, gece eğlentilerine pek gitmez oldu. Pazar günleri, nereye giderse gitsin, içki içmeden eve dönüyordu artık. Gözünden hiç bir şey kaçmayan ana, oğlunun, süzüldüğünü, bakışının daha ciddileştiğini ve dudaklarına garip, sert bir çizginin yerleştiğini görüyordu.
Sessiz bir öfke ile doluydu sanki ya da bir hastalık kemiriyordu onu için için. Önceleri arkadaşları onu görmeye gelirlerdi. Ama şimdi onu hiç evde' bulamadıklarından, artık uğramıyorlardı. Ana, Pavel'in fabrikada çalışan gençlere artık öykünmediğini sevinçle görmekteydi. Ama herkes gibi yaşamamakta ayak dirediğini fark edince, gizli bir tehlike sezer gibi oldu.
«Pavel, yavrum, iyi değil misin?» diye sorardı bazen. «Yooo, iyiyim!» diye karşılık verirdi oğlan. Ana içini çekerdi: «Ne kadar zayıfsın!»
Pavel eve kitaplar getirmeye başladı. Gizliden gizliye okuyor, sonra bir yere saklıyordu. Bazen kitaptan bir pasaj kopya ediyordu bir kâğıda, kâğıdı da saklıyordu.
Birbirlerini pek göremiyorlar, az konuşuyorlardı. Sabahları tek söz söylemeksizin çayını içer, işine giderdi. Öğleyin, yemeğe gelirdi. Sofrada havadan sudan birkaç laf ederlerdi, sonra akşama dek yine yok olurdu ortadan. Akşam işten dönünce özene bezene yıkanır, çorbasını içer, sonra oturup kitaplarını okurdu uzun uzun.
« 01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14 15 16 ... 262 »