Ana Sayfa » Rus Edebiyatı Klasikleri » Babalar ve Oğullar : 06


BABALAR VE OĞULLAR

İVAN SERGEYEVİÇ TURGENYEV


Nikolay Petroviç kızardı.
“Rica ederim, yüksek sesle söyleme adını. Evet, öyle. Benim yanımda şimdi. Eve aldım onu. Fazladan iki küçük oda vardı. Ama hepsini değiştirebiliriz elbet.” “Ah, babacığım, niçin değiştirecekmişiz!” “Arkadaşın bizimle kalacak. Tuhaf kaçabilir.”
“Rica ederim, Bazarov için üzülme sen. Bütün bunların üstünde bir adamdır o.” “Ama sen de varsın,” dedi Nikolay Petroviç. “İşin kötüsü, o küçük bölme berbattır.” “Ah babacığım” diye Arkadiy karşı koydu. “Nerdeyse özür dileyeceksin. İnşallah utanmaya kalkmıyorsundur bu sebeple?”
Babası, gitgide daha çok kızarak, “Elbette utanmam gerek” dedi.
“Yapma baba, yapma, yalvarırım!” dedi Arkadiy, sevecen bir gülümseme ile. “Özür dileyecek ne var!” diye düşündü içinden ve belki, o iyi, sevecen yürekli babasına karşı gizli bir üstünlük duygusu ile karışık bir sevgi ile doldu. “Yapma rica ederim” dedi tekrar, bu gibi şeylerden kurtulmuş olduğunu bilmenin keyfini saklayamadım.
Nikolay Petroviç, hâlâ alnını ovuşturmakta olan elinin parmakları arasından oğluna baktı, sanki kalbi cız etmiş gibiydi… Ama kendini suçlu buldu hemen.
“İşte geldik bizim kırlara” dedi uzun bir susuştan sonra babası. “Şuradaki de bizim koru değil mi?” diye sordu Arkadiy. Nikolay Petroviç, “Evet. Ama sattım onu. Bu yıl kesecekler, kereste için.” “Neden sattın?”
“Paraya ihtiyacım vardı, sonra da buralar köylülere gidiyor.”
“Sana paylarını ödemeyen köylülere mi?”
“Ne yapacaksın, bir gün öderler elbet.”
“Koruya yazık oldu” dedi Arkadiy, çevresine bakınarak.
İçerisinden geçtikleri bu toprak parçası hiç de göz alıcı bir yer değildi. Bir tarla, bir tarla daha… Ta ufka kadar uzanıp gidiyordu, kimi yerde hafifçe bayırlaşarak, kimi yerde yine alçalarak. Şurada burada bir ağaçlık, seyrek olarak bodur fundalıklarla kaplı rüzgârlı vadiler, Katerina zamanındaki eski haritaların verdiği görünümleri yansıtıyordu. Küçük derecikler de vardı, kenarları oyuk oyuk, dar bentli küçücük göller, yarı yarıya göçmüş ve kararmış damların altında ufak birkaç gecekondudan kurulu köyler, boşalmış harman yerlerinde kapıları açık duran, çitlerle çevrili, yan yatmış tahıl ambarları, sıvaları parça parça dökülmüş, tuğladan ya da ahşap kiliseler ve yıkılıp göçmeye yüz tutmuş kilise mezarlıkları vardı. Arkadiy'nin yüreği burkuluyordu gittikçe. Sanki bu görünümü tamamlarmışçasına, yolda rastladıkları köylüler de pılı pırtı içindeydiler ve cılız, bitkin atlara binmişlerdi; dalları kırılmış, kabukları soyulmuş söğütler, yolun kenarında, paçavralar içindeki dilenciler gibi duruyorlardı; zayıf ve pis inekler, açlıktan kurumuş, hendeklerin kenarındaki otları hırsla koparıyorlardı. Korkunç bir canavarın öldürücü pençelerinden yeni kurtulmuş gibiydiler. O güzel ilkyaz gününde bu bitkin hayvan sürüsünün acıklı görünümü, fırtınaları, donları ve karları ile o rahatsız edici sonu gelmez kış günlerinin bembeyaz görünümünü canlandırıyordu insanının kafasında… “Hayır” diye düşündü Arkadiy, “Burada görgü diye bir şey yok, ne bolluktan bir iz var, ne de çalışmadan. Bu böyle gidemez, tümden değişmesi gerek… Ama nasıl yapacağız bunu, neresinden başlamalı işe?”
«   01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   ...    117   »