Ana Sayfa » Ütopya Kitaplığı » Güneş Ülkesi : 40
Şimdi, özellikle birinci karşı-düşünceye cevap verirken, önce şunu belirtelim ki, Aristoteles yanılgıya düşüyor, hem de bile bile. Çünkü, Platon'da bile, tarlalar, topraklar, ürünler, ve çalışma yükümü ortaktır. Bizim Güneş Ülkesi'ndeyse, kitabımızda görüldüğü gibi, bütün işleri yöneticiler herkesin yetisine ve gücüne göre dağıtır ve yönetir. Kimse kimsenin hakkını yemez, çünkü herkes yiyeceğini ortak sofradan yer, giyeceğini de mevsimine, yeteneğine ve sağlık durumuna göre, özel görevlilerden alır. Eskiden havariler böyle davranmışlardı, bugün de aynı şeyi rahipler yapmaktadırlar. Onun için, Aristoteles boşuna çene yoruyor bence. Bunun böyle olduğunu görmek için, kitabımızda giysilerin mevsimlere, sarf edilen çabaya, görülen işe vb. göre nasıl dağıtıldığını incelemek elverir. Bu konuda hiç bir güçlük de çıkmaz. Çünkü, her şey akla uygun bir yoldan yapılmakta ve herkes kendi tabii yetisine uyan işte çalışmaktadır. Bizim devlet düzenimizde durum böyledir işte.
İkinci karşı-düşünceye şöyle cevap verebiliriz: Herkes yöneticilerce, tâ küçüklükten doğal yetilerine göre çeşitli zanaatlarda yetiştirilir ve bilgisiyle sivrilen herkes en yatkın olduğu mesleğe girer. Bunlar ancak üstünlük gösterdikleri zaman, kitapta yer alan sıraya göre, en yüksek yönetim görevlerine yükselebilirler. Onun için hiç kimse eş dost hatırı ile kayırılıp yükselmek istemez, örneğin bu yoldan ne bir asker yüzbaşılığa heves eder, ne de bir çiftçi rahipliğe. Herkes görgü ve bilgisiyle başarı gösterdiği alanda bir göreve hak kazanır. Baştakiler keyiflerine göre değil tabiata göre yönettikleri için, kimilerini yükseltmeye, kimilerini de ezmeye kalkışmazlar, herkese en uygun olan görevi verirler. Kendilerinin özel olarak hiç bir şeyleri olmadığından, örneğin çoluk çocuklarını yetiştirmek, korumak gibi birtakım kaygılarla başkasının hakkını yemeye ya da çiğnemeye kalkışmaz, herkesin saygısını kazanmak için dürüst davranırlar. Herkesi kardeş, evlât ya da akraba bildikleri için de, fark gözetmeksizin hepsini aynı derecede severler. Güneş Ülkesi'nde hiç kimse para uğrunda savaşmaz, evlât, kardeş bildiği benzerleri için çalışır, savaşır; kimsenin aylığa maaşa ihtiyacı da yoktur, çünkü herkesin iyi yaşamak için gerekli olan her şeyi vardır. Herkesin asıl ihtiyaç duyduğu şey, gördüğü işlere kardeşlerinin değer vermesi, onu bu yoldan şereflendirmesidir. Romalılar Terracina savaşına kadar para pul kaygısına düşmeden savaşır, yurt için ölmekte âdeta birbirleriyle yarışırlardı. Ama, mal mülk sevdasına düşünce, yavaş yavaş erdemlerini yitirdiler. Sallustius'la ermiş Augustinus, Romalıların o büyük imparatorluğa toplum sevgisiyle ulaştıklarını söylerler. Cato da Sallustius da şöyle der: Halkın gücü, bireyin yetersizliği, egemenlik hakkı, düşünce özgürlüğü bilinmelidir. Korkutmalar, tutkulara cezalar yoktur. İşte Roma'nın yayılma sorunu. Güneş Ülkesi'nde bütün bu iyi şeyler, tabiatın önderliği altında, faydalı ve dürüst bir ortaklıkla korunabilmektedir.
Gelelim üçüncü karşı-düşünceye. Aristoteles de, Scotus da pek yersiz konuşmaktadırlar.
Demek, hiç bir şeyleri yok diye, rahipler ve havariler eli açık, cömert olamayacaklar, öyle mi? Eli açıklık, çaldığım vermek, değil, ermiş Thomas'ın dediği gibi, her şeyi herkesin malı yapmaktır. Güneş Ülkesi'nde konukların nasıl ağırlandığını, doğuştan mutsuzlara nasıl bakıldığını kitabımızda görmüşsünüzdür. Bizim devlette, rastlantılardan doğan yoksulluklar göremezsiniz. Çünkü, orada her şey herkesindir, herkes birbirinin kardeşidir ve işler, görevler herkesin birbirine cömert davranmasını sağlayacak biçimde düzenlenmiştir. Şunu da ekleyeyim ki, Güneş Ülkeliler cömertliği herkesin yararına yöneltmişlerdir.
Dördüncü karşı-düşünce. Scotus, sorunu, her zamanki gibi, kötü niyetle ele alıyor. Çünkü, ermiş Augustinus da ermiş Thomas da, malı mülkü olanlar ahret mutluluğuna kavuşamayacak diyenleri ve kadınların erkeklerle düşüp kalkmasından yana olanları, salt ortak düzen taraflısıdırlar diye sapkın saymış değiller. Tam tersine, onlara göre, sapkınlığın en büyüğü rahiplerin ve havarilerin benimseyip uyguladıkları ortak yaşama düzenini kötülemektir asıl. Şunu da kabul edelim ki, kilise mal mülk bölüşümünü doğrudan doğruya ve kesin olarak kabul etmemiş, onu hoş görmüştür sadece. Nitekim ermiş Augustinus da, topalları ölülere tercih eder, insanlar ikiyüzlü olacaklarına varsın mal mülk sahibi olsunlar, der. Aynı Scotus'a bakarsanız, malda mülkte ayrılık, ortak mallara karşı gösterilen ilgisizlikten doğduğu kadar, herkesin açgözlülüğünden, yani kötü bir kaynaktan doğmuştur; bu bakımdan malda mülkte ayrılık iyi bir şey değildir, tabiata aykırıdır; böyle bir şey, sadece izin verilmiş olduğu için vardır.
« 01 ... 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 »